1 Aralık 2016 – Düşünce ve İfade Özgürlüğünü Kısıtlayacağınıza Gelin Ömer B. Abdülaziz gibi Teşvik edin

0

Düşünceye özgürlük…

Kelimelere, cümlelere özgürlük…

Herkesin dilediğini söyleyebilme özgürlüğü…

Her mazlumun bağıra bağıra derdini anlatabilme özgürlüğü…

Her mağdurun olanca sesiyle bağırabilme özgürlüğü…

Kısaca tüm susmak zorunda bırakılanlara, konuşmayanlara özgürlük…

Geçenlerde sosyal medyada paylaşmıştım: “Şu günlerde en büyük hasretlerimden biri “Çıkıp, toplumun huzurunda hiçbir zorbanın tehdidine aldırmayarak hakikati bütün çıplaklığı ile haykırmak…”

“Dilsiz şeytan olma korkusu ile avazı çıktığı kadar emir sahiplerine hakkı ve adaleti hatırlatmak…”

Eğer bir toplumun bireyleri, genel ahlaka aykırı olmamak ve şiddet içermemek şartıyla diledikleri her şeyi söyleyebiliyorlarsa, bilesiniz ki dünyanın hiçbir kuvveti onları sarsamayacaktır.

Yaptıklarının doğru olduğuna, akli ve nakli bilgiye isnat ettiğine iman edenler, hiçbir kimsenin tenkidinden, uyarı ve ikazından çekinmezler. Tam aksi, doğruyu kendilerine hatırlatmaları için teşvik ederler.

Düşündüğünü ifade etme hürriyetine ambargo koyanlar, sansür edenler, yasaklayanlar, sözün ve yazının sahiplerini yargılayanlar, hapsedenler, kendilerine ve çevrelerine olan güvenlerini yitirenlerdir. Fikrinden, düşüncesinden ve eyleminin doğruluğundan emin olanlar ve kendilerine güvenenler kimin düşüncesinden, fikrinden ve söyleminden çekinirler ki?

Kelimelerin gönüllerde hapsedildiği, hak ve adalet tezahürünün önlendiği bir ortamda ise, hiç şüphesiz toplumlar en ufak bir dış baskıya dahi dayanamayacak ve yıkılıp gideceklerdir. Konuşma özgürlüğünden yoksun bir toplumun fertleri, içten içe yıkılmaya; fikren, kalben ve vicdanen yokluğa yönelmeye, kısa bir süre içinde ayrılık ve ikilikle birbirini kemirip tüketmeye mahkumdurlar. Sonuçta bu ayrılık ve ikilik “Toplum birliği”ni de etkileyecek, fikri, vicdani ve kalbi çöküşler birbirini izleyecektir.

İşte Ömer B. Abdülaziz bu gerçeğe parmak basıyor:

“Bizden öncekiler, hakkı ve adaleti hapsettikleri için yok olup gittiler. Hapsettikleri hakikat kendilerinden alınınca aralarına yayılan zulüm hakkın yerine geçti.”

Onun hakla dini değerler arasında kurduğu ilişki çok anlamlıydı. O, biliyordu ki hak kayboldu mu, bu değerler de silinip gidecekti:

“Müslümana hakkını vermekten çok, ona dininde yardımcısı olan başka bir şey bilmiyorum.” diyordu.

Bunu şöyle de ifade edebiliriz herhalde:

“İnsana hakkını vermekten çok, onu dine yaklaştıracak başka bir şey bilmiyorum.”

Mefhumu muhalifinden: Eğer kişilerin hak ve hukuklarını gasp ederseniz, vermezseniz o insanları dinden uzaklaştırırsınız.

Ömer B. Abdülaziz, belki de İslam tarihinde ve hem de iktidardayken sivil itaatsizliği halkına ilk tavsiye eden devlet adamıdır. O insanları zulme başkaldırmaya yöneltiyordu. Hapsedilmiş kelimeleri özgürce konuşmasını, iç âleminde biriktirdiği her şeyi haykırmasını ve bu tavrın sürekli korunmasını istiyordu.

Bu Raşit halifenin güttüğü politika ve program dosdoğru uygulanırken; hak ve adaletten sapmak düşünülebilir miydi? O, Dımeşk Mescidine girip en gür sesiyle:

“Dikkatli olunuz ve biliniz ki, Allah’a isyanda bize itaat edilmez!” diye bağırıyordu. Müsteşarı Reca’yla bir arada sessizce sohbet ederken Amr b. Muhacir’e: “Ey Amr, benim haktan ve adaletten saptığımı görürsen ellerinle göğsümü kavra, beni sars, sonra da bana “Sen ne yapıyorsun?” de.”

İnsan, “Bu ne zirvedir ey Ömer?” diye sormadan edemiyor.  Evet, idarecilerin nefsini tüketen bir doruk… Amacına ulaşabilmek için, dünyanın doğu ve batısında binlerce mustazaf’ı çiğneyenler bu yokuşu tırmanabilirler mi? İşte böyle bir yaklaşımla Ömer’e bakıyoruz. Ve görüyoruz ki, Ömer, hak ve adalet uğrunda verdiği savaşımla zirvelerin fatihi olmuştur.

Bırakınız hak arama mücadelesine engel olmayı, yasak koymayı, görmüş oldukları haksızlık ve zulümleri kendisine iletmeleri konusunda insanları teşvik ediyordu:

“Bize bir mazlumun davasını getiren ile dine ilişkin özel ya da genel bir maslahatı bildiren kişilere, sorunun önemi ve gelinen yerin uzaklığı oranında, 100 ile 300 dinar arasında ödül verilecektir. Belki böylece yine Allah bir bâtılı öldürüp bir hakkı diriltecek veya bir “Hayır” kapısını açacaktır… Sözü uzatıp sizi usandırmaktan çekinmeseydim, yüce Allah’ın dirilttiği bazı haklar ile öldürdüğü birtakım bâtılları örnek verecektim.”

İçindekilerini söyleyebilmeleri ve tutumlarını ilan etmeleri için insanları coşturuyordu.

Derecelerin en yükseğini kazanan; hak ve adalet uğruna savaşa savaşa zirveye çıkmayı başaran Ömer gibi yöneticilerin yetişmesi, İslami anlayışın bir ürünü değil miydi?

Gelin bu dünyaya kutlu bir miras bırakın… Ömer gibi asırlar geçse de hep Rahmetle anılın… Bir fani için bundan daha büyük bir mükafat düşünülür mü? Ne derseniz?

Bu yazı Fahrettin Dağlı web sayfasından alınmıştır.

Share.

About Author

Comments are closed.