İŞKENCE İNSAN ONURUNU HEDEF ALAN MUTLAK BİR YASAKTIR, ENGELLENMELİDİR.
İnsanlığın ortak değerlerinden sayılabilecek bir metin olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2.maddesinde işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele açıkça yasaklanmıştır. Bu savaş zamanlarında bile askıya alınamayacak mutlak bir yasak durumundadır.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, darbeye karşı birleşen yığınların iradesinin daha özgür , daha mutlu, daha eşit yurttaşlardan oluşan bir topluma evrilmesi gerekirken, “Darbecilerle Mücadele” bahanesiyle tüm muhalifleri budayan, açlığa mahkum ederek boyun eğdirmeye çalışan bir aşamaya dönüşmüştür. Onbinlerce insan sıradan bahanelerle, hiçbir hukuka göre suç sayılamayacak gerekçelerle, gözaltına alınmış, tutuklanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.maddesinde ifadesini bulan “kişi özgürlüğü ve güvenliği” keyfi bir şekilde ve kolaylıkla ihlal edilmiştir. Adeta topluma, “bir sabah ansızın gözaltına alınabilir, 30 gün tutulabilirsin, iyisi mi ses çıkarma ve itaat et” ihtarı yapılmıştır.
Gözaltına alınanlar için de, insan onuruna yönelik en vahim saldırı olan işkenceye karşı insanlığın ortak hikmeti olarak tespit edilen tüm koruma mekanizmaları askıya alınmış ve etkisizleştirilmiştir. Uygulamada ise, kolluk görevlileri ve diğer görevliler bu güvenceleri, KHK’larla sağlanan geniş hareket alanını bile aşacak şekilde zayıflatmaktadırlar. Gözaltındakiler, yasal dokunulmazlık kılıfına büründürülen, oradaki memurların “keyfine ve insafına” bırakılmıştır. Şöyle ki;
667 sayılı KHK’nın (Madde 9 (1)).hükmü, “Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” demektedir Bu hüküm polis memurları ve diğer görevlilere, herhangi bir hukuki ya da başka türlü bir sonuç doğmasından korkmaksızın gözaltındakilere kötü muamele yapabileceklerine ve haklarını ihlal edebileceklerine dair net bir mesaj vermektedir.Ayrıca bir şikayet vuku bulsa bile ceza almayacaklarının teminatı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
667 sayılı KHK, terör ve organize suçlar için azami gözaltı süresini, uluslararası hukuku açıkça ihlal eder biçimde dört günden 30 güne çıkarmıştır. Halbuki, Türkiye daha önceki bir olağanüstü hal dönemindeki 14 günlük gözaltı süresi sebebiyle sözleşmeyi ihlalden mahkum edilmişti. Bu şekilde gözaltı süresinin uzunluğu işkence ve kötü muameleye müsait bir zemin ve hem de gözaltındakilerin tehdit edilmesine uygun bir durum oluşturmaktadır.
667 sayılı KHK ile beş güne kadar avukata erişimin kısıtlanabiliyor. Ayrıca bir terör veya suç örgütüne bilgi ilettiği ortaya çıkan bir avukatın müvekkiliyle görüşmesini yasaklanırken, yetkili makamlar zaman zaman bunu, hükmün sınırlarını aşar biçimde tüm özel avukatları kapsayacak genişlikte uygulayabilmektedirler. Veyahut oluşturulan korku ortamı sebebiyle özel avukatlar bu suç iddiasıyla sanık olanları savunma imkanını bulamamaktadırlar. Bunların savunması yetkililerin barodan avukat talep etmesi üzerine yapılabilmekte, medya tarafından çok öne çıkarılan zanlılarda atanan CMUK avukatları bile istifa ederek temel bir hak olan savunma görevini yapmaktan kaçınabilmektedirler.
668 sayılı KHK’ya göre, avukatın dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecekse Cumhuriyet savcısı kararıyla kısıtlanabilir. Halbuki yetkililerin darbe soruşturmasıyla ilişkili belgelerin tamamının gizli olduğuna karar verdikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlamda zanlının gözaltına girişte, yer değiştirmede ve çıkışta alınması gereken sağlık raporlarından kendisinin veya avukatının örnek alma talepleri dahi bu bahane ile yerine getirilmemektedir.
667 sayılı KHK’da, terör ve organize suç vakalarında, tutukluyla avukatı arasındaki görüşmeler, bu görüşmeler yetkililer tarafından güvenliği tehlikeye düşüreceği veya “terör örgütü veya diğer suç örgütlerine” mesaj veya talimat iletilmesi ihtimali olduğu düşünüldüğü hallerde, savcının kararıyla görüşmelerin kaydedilebileceği, izlenebileceği, kısıtlanabileceği veya durdurulabileceği hükmü yer almaktadır. Koşullara bağlı olan bu kısıtlama da yetkililer tarafından genel olarak uygulanmakta, fiilen zanlıların savunma hakkı ciddi şekilde ihlal edilmektedir.
667 sayılı KHK, tutuklu olanların aile ziyaretlerini ve telefon görüşmelerini yasaklamasa da önemli ölçüde sınırlandırmaktadır.
1 Eylül tarihli 672 sayılı KHK ile hükümet, üyelerini ağır ceza mahkemeleri yargı çevresinde görev yapan adalet komisyonlarının atadığı tüm ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarını dağıtmıştır. Türkiye, tüm kapatılma yerlerini ziyaret edecek ulusal önleyici bir mekanizma kurulmasını öngören BM İşkenceye Karşı Sözleşme’nin Ek Protokolünü 2012 yılında imzaladıysa da, hükümetin Ocak 2016’da Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nu kapatıp İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nu kurması nedeniyle hali hazırda çalışır durumda bir ulusal koruma mekanizması bulunmamaktadır.
Tüm bu düzenlemeler gözaltındaki zanlıları, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye karşı savunmasız bırakmaktadır. Sonuç olarak buna ilişkin yüzlerce iddia korku ortamı sebebiyle “fısıltı” olarak dillendirilmekte ve medyada yer almaktadır. Hiçbir şeyin gizli kalmadığı bir zaman diliminde, korku ikliminin hafiflemesi ile bu iddiaların çığ gibi toplumun gündemine akacağı öngörülmektedir. En son, İnsan Hakları İzleme Örgütünün 13 somut vakıa üzerinden düzenlediği rapor bunun örneklerindendir. Bu rapora göre, ihlal iddiası vakaları arasında zorlayıcı pozisyonlarda tutmak, yiyecek / içecek vermeme ve uykusuz bırakmaktan ağır dayak, cinsel taciz ve tecavüz tehdidine varan çeşitli kötü muamele yöntemleri yer almaktadır.
Hükümeti acilen dikkat çekilen konularda, işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamelenin önlenmesine dönük düzenlemeler yaparak tedbirler almaya, mutlak yasak olan işkenceye karşı “sıfır tolerans” ilkesini uygulamaya koymaya davet ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.
Adalet Zemini İzmir Gönüllüleri