14 Temmuz 2020 – AYASOFYA’NIN DÖRT EKSENİ – Yasin Altıntaş

0

Ayasofya’nın cami olarak açılması gündeme ilk geldiğinde, bunun gereksiz bir politik karar olduğunu düşündüğüm için hakkında pek yazmak istemedim. Danıştay’ın kararı, Diyanetin ve politik simaların açıklamalarını okudukça işin tuhaf bir çekişmeye döndüğünü, Aziz Nesin romanlarındakinden daha komik kör dövüşü sahnelerini andırdığını görünce bir iki satır karalayayım dedim.

Bu konuda tartışmanın döndüğü dört ana eksen var; Tarih, Din, Kültür, Dış ve İç Politika. Kısaca bunlara değinelim:

Tarih açısından ele alındığında Fatih Sultan Mehmet’in vasiyeti ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kararları çarpıştırılıyor. Tabii bu tartışma Fatih’in Belgrad Ormanları ve diğer vakıf arazileri hakkındaki ferman ve vasiyetleri, Atatürk’ün diğer ibadethane ve kültür varlıkları hakkındaki kararları görmezden gelinerek yapılıyor. Yani herkes kendi tezini destekleyecek argümana sıkı sıkı sarılıp, diğer argümanları “yok öyle bişey” modunda gizleyerek devam ediyor bu kör dövüşüne… Bu sebeple bu eksende gerçekleşen tartışmanın dikkate alınacak bir tarafı da yok.

Dini gerekçeler sunularak yürüyen tartışmada Ayasofya’nın cami olarak açılması için “kılıç hakkı” argümanı en kuvvetli delil olarak sunuluyor. Oysa İslam’ın birincil kaynağı Kur’an-ı Kerim’de, ikincil kaynakları Peygamber(s) ve dört halife dönemindeki uygulamalarda bu delili destekleyecek bir örnek bulunamıyor. Hatta aksi yönde örnekler epeyce fazla. Yine bu konuda kullanılan argümanlardan birisi de Mekke’nin fethi sonrası Peygamber (s)’in Kabe’deki putları imha etmesi örneği… Peygamber(s) Kâbe’yi putlardan arındırırken yaptığı eylem eşyayı aslına rücu ettirmekti, yani yapılış amacına uygun hale getirmek. Eğer Nebevi metodu uygulama iddiası taşınıyorsa yapılması gereken Ayasofya’yı da aslına rücu ettirmek, kilise olarak kullanımını sağlamaktır. Ve yine kılıç hakkının hukuki ve ahlaki olduğu iddia ediliyorsa, Müslümanların idaresinden çıkmış coğrafyalardaki camilere/mescitlere yönelik her türlü uygulamanın, hukuki ve ahlaki olduğunu söylemek zorunluluğu doğar.

Ayasofya’nın insanlığın kültür mirası olduğu dolaysıyla müze olarak kalması gerektiği yönündeki argümanlar ise yine çok tatmin edici gelmiyor. Zira Avrupa’nın birçok ülkesinde ziyaret ettiğim Kültür Mirası olarak tanımlanan birçok ibadethane, ibadet saatleri haricinde turistik amaçlı ziyaret edilebiliyor ve kültür mirası olarak kalmalarına mâni bir durum oluşmuyor. Türkiye’de bunun becerilemeyeceği iddiaları ise (her ne kadar ben de böyle düşünüyor olsam da), olmamış bir olay hakkında potansiyel zanlıyı suçlayıp ceza vermek gibi bir hukuki eksiklik barındırıyor.

Meselenin politik yönüne gelirsek… Ayasofya ile ilgili Fatih’in, Atatürk’ün ve bugün Erdoğan’ın kararları -yani kiliseden camiye, camiden müzeye, müzeden camiye dönüştürme kararları- hakkı hak sahibine teslim etmekten ziyade politiktir. Dışarıya, içeriye politik mesajlar vermek niyetleri ile alınmış kararlardır.

Daha birkaç ay önce kendisine yöneltilen bir soru üzerine Erdoğan, Ayasofya’yı cami olarak açmanın dışarıda İslamofobiyi yükselteceğini ima ederek, bunun dış politikada ne kadar olumsuz etkileri olacağını, ne tür olumsuz olaylara gebe olabileceğini açıklamıştı. Bunun üzerine eklenebilecek çok fazla şey yok aslında. 

İç politikada ise yıllardır “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” sloganını dillerinden düşürmeyen milliyetçi/muhafazakâr/dindar toplulukları konsolide etmek için güzel bir araçtır. Özellikle ekonominin dibe vurduğu, bireysel/ticari kredilerin ve borçların tavan yaptığı, otoriterleşmeden dolayı şikâyetlerin yükseldiği, anketlerin siyasi iktidar için alarm verdiği günlerden geçiyoruz. Hem bu problemleri unutturacak yeni bir tartışmanın alevlenmesi, hem de uzaklaşan seçmenin tekrar safları sıklaştırması için böyle bir gündem, iktidar açısından bulunmaz bir nimettir. Muhalefetin bu karara genel olarak tepki vermemesi -hatta kısmen destekler yönde açıklamalar yapması- iktidar açısından beklenen etkiyi yaratmasa da, diğer problemlerin geçici olarak da olsa üzerini örtmekte iyi bir araç olmuştur.

Mevcut iktidarın geçmişten beri ayrıştırıcı söylemleri kullanarak tabanını elde tutma becerisi politik olarak takdire şayan bir başarıdır(!), fakat toplumda açtığı derin yaraları gidermek uzun yıllar alacaktır.

Share.

About Author

Comments are closed.