16 Temmuz 2017 – Kaçan fırsat

0

Atilla Aytemur

Tarihimizin gördüğü en kanlı darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti.

Toplum, gün be gün yeni tanıklar ve belgeler ortaya çıktıkça nasıl bir tehlikenin kıyısından dönüldüğünü daha iyi görüyor. Çok kısa bir zaman dilimi içinde can pahasına verilen kitlesel mücadelenin önemi ve kıymeti daha iyi fark ediliyor.

Hangi inanç ve kimlikten olursa olsun, hangi siyasi parti ve gruba mensup bulunursa bulunsun, ülkenin seçimle gelmiş yöneticilerinin darbe yoluyla devrilip, toplumsal rızanın gasp edilmesine karşı sergilenen ortak direnişin tarihsel anlamı ve değeri bugün daha iyi anlaşılıyor.

Henüz aydınlanmayan bazı noktalar ve darbeye girişenlerin mevcut Ak Parti hükümetiyle uzun süreli işbirliği ve inanç ortaklığı nedeniyle darbeyi tiyatro, kurgu gibi değerlendiren tuhaf anlayışların, geçen süre ve ortaya çıkan yeni bilgilerle giderek sahneden çekildiği görülüyor.

Adil ve şaibesiz yargılama

Darbenin arkasındaki örgütün yaşananlardan sorumlu yönetici
kademeleri, üye ve taraftarlarına dair Ak Parti hükümeti kararlılık ifade ediyor ve operasyonları genişleterek sürdürüyor. Önü, arkası, askeri, polisi, yargısı, sermayesi ve siyasi ayağı demeden bu işe karar verenler, yönlendirenler, uygulayanlar, suç kategorisinde destek verenler… Hepsi demokrasi ve hukuk kuralları içerisinde ve adil bir şekilde yargılanıp gerekli cezaya çarptırılmalıdır.

Üstelik bu gecikmeden, zamana yaymadan, sündürmeden, içinden çıkılmaz devasa davalara dönüştürülmeden yapılmalıdır. Bunu bekliyoruz. Çünkü adalet bakımından şaibeli yargılamalardan uzak durulması, bu darbeye karşı direnenlerin hak ettikleri ve bekledikleri bir şey; bunu hiç unutmasak iyi olacak.

Burnunun dibinde dönen dolabı görememenin ağır bedeli

Bilindiği gibi son bir iki aydır dava haberleri birbirini izliyor. Gözaltına alınanları, tutuklananları, yurt dışına kaçanları, kamu kurumlarına yönelik açılan ve henüz açılmayan soruşturmaları işittikçe, gözaltı listelerini okudukça ülke olarak hayretten hayrete savrulmaya devam ediyoruz.

Hadi biz sade yurttaşlar olarak uyuduk ve tehlikenin farkına varamadık! Peki, koca devlet yöneticileri, yıllardır iktidar edenler, istihbarat kurumları, senelerdir burunlarının dibinde dönenleri görmediklerini, farkına varmadıklarını nasıl söyler ve savunurlar! Hala bunu anlayabilmiş değilim ve bu durumun affedilir hiçbir yönü bulunmuyor.

OHAL kalkmalı ve KHK mağduriyetleri giderilmeli

İktidar tarafından darbenin askeri ve sivil bütün sorumlularına karşı etkin, hızlı ve kapsamlı mücadele için ilan edildiği söylenen OHAL ve KHK uygulamaları ise maalesef amacın hayli dışına taşmış bir vaziyette. Bu tablo adalet duygusu ve beklentisini tahrip eden ciddi bir memnuniyetsizlik kaynağı olmaya devam ediyor.

Halbuki başlangıçta OHAL’in devletin FETÖ ile daha iyi mücadelesi için ilan edildiği söylenmiş ve çok sürmeyeceği sözü verilmişti. KHK ise güya yalnızca darbeye bulaşanları ve örgüt mensuplarını hedef alacaktı. Bilerek veya bilmeyerek yaratılan mağduriyetlerden kaynaklanan toplumsal hoşnutsuzluk, sonuç itibariyle bu iktidara bir fatura çıkaracaktır. Siyasetin realitesinin böyle olduğunu biliyoruz.

Lakin Ak Parti’nin hemen kapsamlı bir düzeltme yaparak OHAL’ i sonlandırmak, KHK mağduriyetlerini ortadan kaldırmak yerine işi ağırdan alıp, kendisine ciddi zarar vereceği ayan beyan ortada olan bu durumun böyle devam etmesini tercih etmesini bir türlü anlamıyorum. İzahatlarını ise ne tatmin edici buluyorum, ne de demokrasi ve adalet ölçüleri içinde anlamlı bir yere yerleştirebiliyorum.

Can pahasına!

Tabii bütün bunlar yine de tarihimizin bu en acımasız darbesine karşı mücadelede canlarını verenlere, bedenlerini darbecilerin silahlarına siper edenlere, ülke ve geride kalan bütün yurttaşlar olarak sevgi, saygı ve minnet duymamızı unutturmuyor ve onların aziz hatıralarının kalbimizdeki yeri her gün biraz daha büyüyor.

Seçtiklerini, sevdiklerini, ortak iradelerini eli silahlı kurda kuşa yem etmek istemediler. Bir ülkenin demokrasi hikâyesine bedenlerini yatırdılar. Unutulmazlar arasına isimlerini yazdırdılar.

Evet, çok büyük bir tehlike geride kaldı. Bütün Türkiye bu tehlikenin bertaraf edilmesi için birlikte mücadele yürüttü. Ortak bir direniş hattında buluşulması ve demokrasinin savunulması darbecilerin işini bitirdi.

Dindarların ve laiklerin tarihsel buluşması

Bu kanlı darbeye direniş, iki yüzyıldır ayrı kulvarlarda birbirine fazla değmeyen farklı hayatlar sürdüren iki tarihsel sosyolojinin birbirine yakınlaşması ve demokrasinin ortak savunusunda buluşup dayanışma içine girmesi bakımından olağanüstü bir iklim ve fırsat yaratmıştı. Bunun toplumlarda çok seyrek yakalanabilen tarihi dönemlerden biri olduğu belliydi.

Bugüne kadar siyasal kamplaşmaların kitle temelini oluşturup, tarihsel ve güncel siyasal kan davalarının güçleri olarak olur olmaz her yerde ve her konuda karşı karşıya getirilen ülkenin farklı fikir ve inançlardaki yurttaşları demokrasinin ve kendi iradelerinin korunması ve savunulması için militarist zorbalara karşı aynı cephede bir araya gelmişlerdi.

Bu ortak geleceğimiz için umut veren bir tabloydu ve geçmişten taşınan önyargıların, siyasal husumetlerin, ötekileştirici duyguların aşılması için ciddi bir fırsattı. O hat üzerinden, acele etmeden, dayatmalara girmeden, kendine benzetmeye çalışma gibi alışıldık reflekslere teslim olmadan, dikkatlice yürünebilirdi.

Fırsat kaçtı

Laik ve dindar toplum kesimlerinin, iktidarda kimin bulunduğuna bakmaksızın, silahlı vesayet güçlerine karşı meşruiyet ve demokrasinin ortak savunusunda böylesine yan yana gelmeleri, tarihsel açmazların ve hesapların geride bırakılması için iyi bir iklim yaratmıştı. Üzerine çok şey konabilirdi.

Olmadı. Maalesef o fırsat kaçtı.

O yaşadıklarımızın bize ne kadar değerli bir fırsat sunduklarını biraz iyi anlatabilmek için fazla ayrıntısına dalmadan geriye dönük küçük hatırlatmalar yapmak istiyorum darbeler tarihimizden.

Demokratik değerlerde buluşamamak

Bildiğiniz gibi, önceki darbelerde toplum daima darbeyi isteyenler ve darbenin hedefi olanlar şeklinde kabaca ikiye ayrılıyordu. Darbeye giden süreçte de bu kamplaşma hemen her olayda kendini gösteriyor ve ülke o meşum güne adım adım sürükleniyordu. 15 Temmuz’da tersi olmuş toplumun kahir ekseriyeti darbeye tavır almış ve herkes kendi meşrebince direniş sergilemişti.

Birçok darbede gördüğümüz bu geleneksel bölünme genellikle Tanzimat’tan beri süregelen siyasal ayrışmanın doğrudan izdüşümü ya da onun hemen kıyısında yer alan versiyonları oluyordu. Özellikle Cumhuriyet dönemi darbeleri (9 Mart’ı engellemek için yapılan 12 Mart’ı da hesaba katarak söylüyorum) aşağı yukarı böyle cereyan etti.

Toplumun bir kesimi darbeyi çoğu kez kurtuluş olarak gördü; siyasal hasımlarının iktidarının yıkıldığı günü bayram gibi kutladı; darbecileri bağrına bastı; rejimin onların ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini ve tarihin onların istemleri doğrultusunda yeniden yazılmasını olağan karşıladı ve olan biten bütün demokrasi dışı ve hukuksuz uygulamalara gücüyle destek verdi.

Hasım kamplara bölünmek

Darbenin iktidardan indirdikleri ve onları destekleyenler ise dönemin mağdurları olarak hep acılar çektiler. Yasaklar, sürgünler, aşağılamalar, ceza evleri, işkenceler, mahkûmiyet, mahrumiyet, mağduriyet hep onlar içindi. Çektiklerini hiç unutmadılar ve siyasette daima bir kan davası ve intikam dili varlığını gösterdi.
Yıllarımız bu darbe sonrası travmaları ve siyasal hasımlık psikolojisi içinde geçti. Sadece darbenin rengine göre yurttaşların muktedirlik ve mağdurluk konumları değişti.

Hele son yıllarda darbeler, darbe girişimleri, hazırlıkları, söylentileri, tehditleri, iddiaları ve ortalıkta uçuşan belgelerden iktidarı ve muhalefetiyle, dindarı ve laikiyle, velhasıl bütün
Türkiye çok yorgun düşmüştü.

Darbe ve kutuplaşma yorgunu Türkiye!

Vesayetin her türlüsü ve bu yöndeki arzular artık bütün kesimlerde tepki görüyor ve meşru bir istek gibi karşılanmıyordu.

Özellikle laik toplum kesimlerinin önemli bölümü, son yıllarda vesayet güçleri ve onların maşaları durumundaki kimi silahlı bürokrasi gruplarının Türkiye tarihinin en karanlık işlerinde parmakları olduğunu gördükçe; katliam, suikast ve bariz siyasal cinayetlerde izlerini buldukça; giderek oralara umut bağlamama ve doğrudan halkın, seçmenin rızasına dayalı demokratik süreçle iktidara gelmenin siyasal ahlak bakımından değerini fark etmeye başlamıştı.

Hatta bu yönde açık deklarasyonlar bile yapılıyordu. “Halka güveniyoruz ve onun demokratik rızası olmaksızın iktidara başka bir yolla gelmeyi düşünmüyoruz” türünden açıklamalar yapılıyordu.
Hiç şüphesiz bunda son dönemde demokrasi dışı girişimlerin başarısızlığının ve toplumun muhtelif kesimlerinde oluşan açık rahatsızlığın da rolü vardı. Böyle bakınca, sanki dönem artık “ Genç subaylar rahatsız” dönemi değil de, “ Seçmen rahatsız” dönemi gibiydi.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi tam böyle bir dönemde geldi.

Yeni bir başlangıç için irade gösterilmedi

Cumhurbaşkanlığı makamında Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlık’da Binali Yıldırım ve TBMM Başkanlığı’nda İsmail Kahraman bulunuyordu. Başta ana muhalefet CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri darbecilere karşı meşru iktidarın ve seçilmişlerin yanında durduklarını açık olarak gösterdiler. Birlikte mücadele çerçevesinde birçok şey yaptılar.

İşte o kritik eşikte demokrasi ve halkın demokratik rızasına dayalı olarak hükümet etmek gibi temel bir anlayış, değer ve hukukta buluşanlar, Türkiye’nin çok uzun yıllardır farklı ideoloji, inanç, siyaset, kültür, kimlik altında ayrı kulvarlarda yaşayan temel sosyolojik kümeleriydi.

Yeni bir başlangıç için, çoğulcu bir demokratik sistem içinde, farklılıkların birbirini anlayarak kabul ettiği, ötekileştirmediği, asgari ve ortak demokratik değerleri benimsediği, siyasal ve sosyal kamplaşmalara son verilen adımlar atılabilirdi.

MHP ve AK Parti’nin kararı ve CHP’nin kabulüyle zaten HDP’yi, yani Kürtleri dışarıda bırakan Yenikapı Ruhu, geride kalanları da toparlayamadı ve Yenikapı’nın ötesine geçemeden sönümlenip kayboldu.
Ak Parti ne fırsatı gördü, ne de bekleneni yaptı!

Darbeye karşı ortak duruş tarihsel olarak yeni bir sayfanın açılmasına vesile olabilecek, toplumumuzdaki geleneksel karşıtlıkların ve önyargıların bir nebze de olsa geride bırakılmasına imkân tanıyacak koşulları bir sonuç olarak sunmuştu. Bunu değerlendirmek ise dönemin mevcut siyasal aktörleri ve fikir odaklarının gelinen noktayı anlamaları ve beklenen adımları atmalarına bağlıydı.

Hiç şüphesiz ön açması gereken, asıl hamleyi yapması umulan ve zemin sunması istenen böyle durumlarda iktidarda olan güçlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti dikkatini darbecilerin bertaraf edilmesine yoğunlaştırdı. Ama tarihi bir kutuplaşmayı sonlandırmak üzere, güncel darbe tehdidini vesile edip iki büyük toplumsal kümeyi yakınlaştıracak büyük adımları atmak ve kalıcı kılmak yönünde bir şey yapmadılar. Üstelik ilk dönemlerdeki sınırlı bir süre devam eden ve kapsamı da herkesi içermeyen bu birlikteliğin çabuk sonlanmasına neden olan politikaları öne çıkarmayı tercih ettiler.

Türkiye’nin önüne açılan zemini muhalefet de göremedi

Doğrusu, başta CHP olmak üzere sol muhalefetin de o ruhu ve buluşma zeminini yaşatmak yönünde dikkat çeken bir ciddi çaba gösterdiğini ileri süremeyiz. Darbenin yeterinde açıklık kazanmayan yönleri bulunduğu hep ileri sürüldü ki, bunlar doğrudur. Özellikle devlet yetkilileri tarafından o dönemde ve halen tatmin edici yanıtı verilmeyen bazı sorular var. Haklıdırlar, henüz cevapları verilmedi. Yazının başında da belirtildiği gibi darbecilere karşı mücadelede OHAL ve KHK uygulamalarının amaç dışına çıktığı, demokratik ve adil sınırları çoktan aştığı da bir gerçektir. Muhalefetin bu konudaki yaygın rahatsızlığı dile getirmesi ve mücadele yürütmesinin kesinlikle tepki görmesi ve yadırganması da demokratik teamüllere uygun değildir. Bunun dile getirilmesi, mücadele ve hak aramanın şartlar ileri sürülerek engellenmesi de kabul edilemez.

Lakin bunlar oluyor diye, ortadaki kanlı darbe gerçeğini ve ona karşı birlikte mücadele verilmesini zaafa uğratacak söylem ve tavırlara savrulmanın da izah edilir ve sorumlulukla bağdaşan bir yönü yoktur.
Daha ilk günden iktidar ve muhalefet çoğunluğunun darbecilere ve temsil ettikleri zihniyete karşı ortak mücadele içine girmeleri ülke adına büyük bir kazançtı. Türkiye’nin tarihen birbirine uzak ve nüfusun neredeyse tamamına yakınını oluşturan bu iki sosyolojiyi, bir darbe çok uzun yıllardan sonra demokrasiyi, seçilmiş meşru iktidarı ve ortak iradelerini savunmak üzere yan yana getirmişti. Ülkede yeni bir sayfa fırsatı doğmuştu.

CHP ve muhalefetin bazı kesimlerinin kendilerini fazla bir zaman geçmeden “tiyatro”,”kontrollü darbe”, “20 Temmuz sivil darbesi” , “iki darbe” gibi rahatlatıcı tezlerin kucağına atması doğru değildi. Hâlbuki FETÖ darbe girişimi ve temsil ettiği zihniyet, iktidar ve muhalefet ayrımı yapmaksızın ciddi bir mücadeleyi gerektiriyordu.

İktidarın adil ve demokratik olmayan uygulamalarını ileri sürerek bu sorumluluğu üstlenmemek, hatta tam tersinin anlaşılmasına yol açacak tavır ve söylemlerden kaçınmak gerekiyordu. İktidarın adaleti ve hukuku zorlayan OHAL ve KHK uygulamalarına karşı yürütülecek muhalefet, darbecilere ve temsil ettikleri zihniyete karşı sürdürülecek mücadelenin engeli olmayabilirdi. Bu denge kurulamadı.

Muhalefetin fikren ve fiilen ısrar edeceği, yıllar boyu karşı karşıya getirilmiş iki toplum kesimini barış içinde bir arada yaşamanın asgari zemini demokrasi için ortak mücadelelerini kalıcı kılmak hususunda yapacakları çok şey vardı. Vizyon olarak fırsatın yeterince farkına varamadılar; şartları güç toplamak adına değerlendirmenin cazibesine kapıldılar; gündelik siyasal gailelerin mıknatısıyla geleneksel mevzilerine çabuk döndüler.

Yeni bir başlangıç tabii tek yanlı adımlarla olmazdı. Ama AK Parti iktidarının sürecin yeniden bu noktaya gelmesinde rolü başat olsa bile, başta CHP olmak üzere muhalefet için de söylenecek çok şey var.

Sonuçta bir fırsat daha kaçtı ve tekrar geldik bu günlere.

Share.

About Author

Comments are closed.