20 Şubat 2017 – ‘Olağan’ hayatta OHAL’i yaşayan Protestanlar

0

Nurcan Kaya

Memleket ahvali gittikçe kötüleşirken, ülke yangın yeriyken ‘en’ azınlık kalanların dertleri pek çok başka sorunun gölgesinde kalıyor.

Geçtiğimiz günlerde Protestan Kiliseler Derneği 2016 yılında cemaatlerine yönelik hak ihlallerini konu alan bir raporu sessiz sedasız yayınladı. Bu sessizlikte OHAL koşullarında yaşıyor olmamızın etkisi olduğunu düşünmek zor değil, ancak ‘normal’ zamanlarımızda da Protestanların pek de ses çıkardığı söylenemez, zira onlar ‘olağan haller’de de ‘olağanüstü’ bir hayat yaşamaları toplumun büyük bir kesimi tarafından epey normal karşılanan insanlardır. İslama göre kitabi dinlerden birine mensup olmalarına, varlıkları, güvenlikleri ve ibadet etme hürriyetleri hem İslam inancı hem de bu ülkenin Anayasası tarafından güvenceye alınmasına ve nüfusları bu ülke nüfusunun en çok 10 binde birine tekabül etmesine rağmen ülkenin muktedirleri ve hatta vatandaşları tarafından ‘tehdit’ olarak görülen ‘unsurlar’dır onlar. Diğer Hristiyanların varlığı bin bir ayrımcılıkla güç bela tolere edilirken, inançlarını yaydıkları iddiasıyla varlıkları en çok rahatsız edenlerdir. Onlarla ilgili cümleler sıklıkla “Ama onlar da…” diye başlar. Bir dine, bir ideolojiye inanan hemen herkes kendi inancının misyoneri değilmiş gibi. Dışarıdan biri kendi topluluğunun inancını benimsediğinde bunu bir zafer ya da cennete açılan bir kapı olarak gören kendi değilmiş gibi. Gruba katılan biri alkışlanır ama gruptan ayrılış mümkün ve normal görülmez; iş hunharca cezalandırmaya kadar varır.

Bunun sebeplerinden biri, dinin doğuştan sahip olunan bir kimlik olduğunun sanılmasıdır. Hemen hiçkimsenin aklına gelmez çocuğunun yetişkin yaşa geldiğinde kendine yakın gördüğü inancı benimsemesinin bir özgürlük olduğu. Bu nedenle çocuğu doğduğu andan itibaren kendi inancına göre ritüeller uygulamaya başlar insanların çoğu ve yine bu nedenle çocuğun bedeni üzerinde geri dönüşü olmayan müdahalelerde dahi bulunur kolaylıkla. Saçının bir daha uzamayacağını bilse çocuğunun saçını kesmeyecek olan, silinmesi güç diye çocuğunun en azından belirli bir yaşa gelinceye kadar dövme yaptırmasını falan kabul edilmez bulan insan, sünnet ettirir mesela çocuğunu hiç ikirciklenmeden, inancının gereği olduğunu düşünerek. Çocuğun kendisinin kopyası olması için elinden geleni yapar ve amacına ulaşmadığını gördüğünde nerede yanlış yaptım diye birilerinde, olmadı kendinde kabahat arar. Dinlerin kardeşliğinden bahseder durur ama safsatadan ibarettir bu söylediği. Böyle bir kardeşlik varsa bile bu oldukça kötü bir biçimidir zira içinde oldukça çok tahakküm, hegemonya, üsttencilik ve ayrımcılık barındırır. İşte bu ‘mış’ gibi kardeşlik nedeniyle Protestanlar, bu toplumda, kutsal kitaplara inananların en tahammül edilmeyenleridir belki de.

2016 yılında da Protestanların maruz kaldığı, artık standartlaşmış olan hak ihlalleri son bulmadı. Mesela ibadet yeri kurma ve ibadet için kullanılan mekanların kullanımını sürdürme ve var olan ibadethaneleri kullanma, din görevlilerini yetiştirme, yabancı uyruklu kilise önderlerinin sınırdışı edilmesi, zorunlu din dersinden muaf olma, nefret söylemi ve suçlarına maruz kalma, tüzel kişilik kazanma gibi konularda yaşadıkları sıkıntılar devam etti. Ülkenin OHAL ve KHK’larla keyfi bir şekilde yönetildiği malum koşullar altında, Protestanlar dahil azınlık gruplarının daha zor, daha kaygılı bir hayat yaşadıklarını, bazı alanlarda ihlallerin arttığını tahmin etmek güç değil. Derneğin yayınladığı 2016 Hak İhlalleri İzleme Raporu da bu tahmini doğruluyor.

Pastör bir arkadaşımla görüştüğümde, ki şu atmosferde hapse girmek istemediği için doğal olarak adının bu yazıda ya da herhangi bir çalışmada anılmasını istemiyor, OHAL ile üzerlerindeki baskının arttığını, özellikle IŞİD tehdidi nedeniyle kamusal alanlarda kutlama ya da etkinlik yapamadıklarını, inancı yaymaya yönelik aktivitelerini saldırı ya da bir provokasyon olabileceği endişesiyle büyük oranda askıya aldıklarını, bazı kiliselerinin 24 saat polis tarafından korunduğunu ve bir kilise önderinin terör örgütü üyeliği bahanesiyle tutuklandığını anlattı. Raporda yer alan ve arkadaşımın da dikkat çektiği noktalardan biri ise 2016 yılında Protestanlara yönelik nefret söyleminde artış yaşanmış olması. ‘Öteki’ olarak görülenin ötelenmesinin pek de eleştirilmediği, hatta siyasi erkin elinde etkili bir popülizm aracına döndüğü şu dönemde bazı medya organlarının, çeşitli örgütlü yapıların ve sokaktaki vatandaşın Hristiyanları pervasızca hedef almasında şaşılacak bir şey yok. Daha yakın zamanda temsili Noel Babaların sokakta bıçaklanıp tartaklandığını izledik defalarca. Bu şiddet içeren mizansenlerin ‘komik’ olduğunu düşünenler dahi olmuştur belki ama bunlar nedeniyle pek çok Hristiyanın Noel Bayramını sessizce ya da özel güvenlik önlemlerinin alındığı mekanlarda kutlamak zorunda kaldığını ve kendini iyice tehlike altında hissettiğini bu ülkede kaç insan düşündü acaba?

OHAL koşulları ülkenin her bölgesini, her insanını aynı düzeyde etkilemiyor tabi. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde bulunan Diyarbakır Protestan Kilisesi’nin cemaati OHAL koşullarından ve çatışmalı dönemden en çok etkilenen Protestan topluluk oldu. İlçedeki çatışmalar nedeniyle uzun süre güvenlik sorunu yaşayan, sokağa çıkma yasakları nedeniyle de 4 ay boyunca kiliseye erişimi olmayan cemaat, sonrasında da kamulaştırma kararıyla kiliselerinin ellerinden alındığını öğrendi. Yetkililer kilisenin bir şekilde cemaate iade edileceğini şifahen söyleseler de, tarihi yapı nitelikli olmayan ek bina ve bahçenin akıbetinin ne olacağı henüz bilinmiyor. İdare mahkemesine kamulaştırma kararının iptali için açılan dava devam ediyor. Görüşme yaptığım bir cemaat üyesi, camilerden farklı olarak kilise kurulması için devletin maddi bir katkıda bulunmadığını, bu nedenle kiliseyi cemaat üyelerinin bağışları ile büyük fedakârlıklarla kurduklarını ve ibadet yeri statüsü almak için yıllarca uğraş verdiklerini hatırlatıyor. “Bu kadar çabayla kurup yaşattığımız kilisenin başına bunların gelmesi, el konulması çok gücümüze gidiyor” diyor. Haksız mı?

Memleket ahvali gittikçe kötüleşirken, ülke yangın yeriyken ‘en’ azınlık kalanların dertleri pek çok başka sorunun gölgesinde kalıyor. Oysa, hakla, hukukla ilgilenen herkesin, basının, sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, yerel yönetimlerin, sessizlerin en sessizi olan bu kırılgan grupların sorunlarını izlemeye ve dile getirmeye özen göstermesi gerekiyor. Ülkede yaşanan daha ağır hak ihlalleri nedeniyle “Şimdi bunları gündeme getirecek zaman mı” diyenler olabilir. Onlardan ricam bir an için dahi olsa kendilerini Protestanların yerine koymaları. Anlattığım her sorunu bizzat yaşadıklarını hayal etmeleri. Mesela kimliklerini gizlemek zorunda kaldıklarını, inançları nedeniyle aşağılandıklarını, inanmadıkları bir dine ait zorunlu bir dersi almamak için çaba harcamaları gerektiğini, binbir çabayla kurup yaşattıkları ibadet yerlerinin ellerinden alındığını, ibadet yerlerinin devlet tarafından tanınmadığını, insanlar tarafından taşlandığını, duvarlarına ırkçı yazılar yazıldığını, sürekli olarak saldırılara ve hakaretlere maruz kaldıklarını falan bir hayal etsinler. Sadece bunları hayal etsinler. Ondan sonra konuşalım yine gerekirse…

Bu yazı Artı Gerçek web sitesinden alınmıştır.

Share.

About Author

Comments are closed.