26 Mart 2017 – Referanduma giderken “Hak ve Adalet”

0

Atilla Aytemur

16 Nisan Raferandumu’nun yasal süresi başlayalı epey zaman oldu. Neredeyse son yirmi güne girmek üzereyiz. Ama o alıştığımız seçim dönemlerinin canlı, renkli, iddialı ve coşkulu havasını bir türlü göremedik.

Ne partilerde, ne de seçmen de anayasa değişikliğine yüksek bir ilgi ve hareketlilik kendini hissettirmiyor.

Bunun muhtelif sebepleri olabilir.

Seçmen paketde kendini bulamıyor

Bunların başında gelen herhalde referandum sonucunda bir iktidar değişikliği yaşanmayacak olması geliyor.

Seçmen biliyor ki, ne TBMM’deki milletvekilleri değişecek, ne yeni bir başbakan seçilecek ve hükümet kurulacak, ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerine başkası gelecek.

Diğer önemli yönü de, anayasa değişikliğinin içeriğinin vatandaşının hayatına doğrudan ve kısa vadede değecek bir şey içermemesidir.

Enflasyon, ekonomik durgunluk ve tıkanma, işsizlik, terör ve savaş, vb önemli konular hemen her kesimde can yakarken, özellikle iktidar cenahından dile getirilen başkanlık rejimine dair afaki söylemler kafalarda bir cazibenin ve ilginin oluşmasını sağlamıyor.

Bu duruma paketin hazırlanmasında katılımdan uzak, kapalı kapılar ardında MHP ile bir tür pazarlık gibi sürdürülen görüşmeleri de ekleyince en azından önemli bir seçmen kesiminin olaya kayıtsızlığının nedenlerini biraz anlayabiliriz.

Kararsızlık ve gönülsüzlük

“Hayır” diyenler az çok neye karşı çıktıklarını biliyorlar. Farklı noktalardan ve gerekçelerden yola çıkanların hepsinin buluştuğu tek nokta: “Bu değişiklik olmasın”.

Lakin “Evet” demesi beklenenlerin önemli bir bölümü bir türlü neye “Evet” diyeceklerini çözemediler. Savunulan maddelerin öyle her sorunu halledecek, her düşmanı altedecek bir şey gibi sunulması kafaları iyice karıştırıyor.

Bütün bunlar özellikle iktidara yakın seçmenlerde süreci biraz uzaktan izleme; görüşlerini açıklamada isteksizlik veya hafiften sakınma; partilerin propaganda faaliyetlerine ve çağrılarına karşı bariz bir gönülsüzlük; ya da sınırlı ve geçiştirici bir ilgiyle yetinme haline yol açıyor. Kendisine anlatılanları da iskontolu dinlemek ve değerlendirmek şeklinde bir tavır görülüyor.

18 madde arasında memleketi düzlüğe çıkaracak, sorunlara mucizevi bir şekilde çözüm getirecek birşey göremeyince, yapılan propagandanın ölçüsüzlüğü ve abartısı nedeniyle konuya iyice yabancılaşma hissediyorlar.

Örneğin seçilme yaşının 18’e düşürülmesi ve milletvekili sayısının 600’e yükseltilmesini ise galiba kendisine uzak şeyler olarak görüyor ve yaşamında bir karşılığını bulamıyor.

Hele değişikliklerin içeriğinin neredeyse tamamının merkezinde bir cumhurbaşkanının olduğu ve bütün yönetsel ve yargısal güç ve anayasal mekanizmaların oraya doğru aktığını görünce de, durum iyice karışıyor ve ister istemez değişikliğe diğer bütün o iddiaların ilgisiz ve anlamsız olduğu duygusuna kapılıyorlar.

Hatta bu süreçteki karşılaşmaları, politik zeminlerde buluşmaları mümkün olduğunca rengini belli etmeden geçiştirmek; angaje olma taleplerini kırıp dökmeden atlatmak bu dönemin belli bir seçmen kesiminde yaygın görülen bir durum oluyor.

“Hayır” da “Evet” kadar meşru ama…

Bazı yazarların da değindiği gibi, özellikle, bu değişikliği şu ya da bu nedenle kabul etmeyenlerin, önde gelen hükümet yöneticileri  ve Cumhurbaşkanı tarafından  halen bazı terör örgütleriyle aynı cephedeymiş gibi gösterilmesini içlerine sindiremiyorlar. Onlara haksızlık yapıldığını düşünüyor ve uygun ortamlarda bunu dolaylı yollardan da olsa hissettirmeye çalışıyorlar.

Bu tavır daha çok da normal şartlar altında Ak Parti’den gelen bu anayasal değişiklik önerisine “Evet” demesi beklenilen dindar seçmen kesimlerinde kendini hissettiriyor.

Son dönemde genel olarak Avrupa Birliği, özel olarak Almanya ve Hollanda’yla yaşanan gerilimin sonuç olarak yarattığı sert  ”milli” rüzgar da havayı fazlaca değiştirmiş görünmüyor.

Araştırmalar buna benzer gözlemleri yansıtıyor mu, tam bilmiyorum. Ama çok fazla değişmeyen kararsız blokunun varlığı yukarıda değinmeye çalıştığım hususların halen etkili olmaya devam ettiğini gösteriyor gibi geldi bana.

Her neyse…

Asimetrik propaganda

Bir süredir İstanbul’un değişik ilçelerini ve meydanlarını dolaşarak gözlem yapmaya çalışıyorum. Aşağı yukarı bütün partilerin, sivil örgüt ve yurttaş girişimlerinin referanduma dair broşür ve bildirilerini topladım.

İlçe meydanlarında, iskele önlerinde, metro çıkışlarında ve insan trafiği yoğun merkez ve kavşaklarda kurulmuş standlardan ve portatif çadırlardan vatandaşa seslenen, broşür ve bildiri dağıtan parti grupları ve sivil örgütleri propaganda çalışmalarını yürütüyorlar.  Sesli propaganda da yapılıyor ama oldukça sınırlı.

Referandum kampanyasının başından itibaren Türkiye’de seçmene ulaşma bakımından, mevcut medya ve iletişim imkanları yönünden AK Parti’nin açık ara önde olduğu; propaganda bakımından eşitlikten fersah fersah uzak asimetrik bir durum olduğunu görülüyor.

Cumhurbaşkanlığı ve iktidar kanadının olağanüstü maliyetli mitinglerindeki havayı TV’lerin hemen hepsinden 7/24 bizzat oradaymış gibi izliyoruz. Doğrusu çok büyük organizasyonlar. İktidarda olandan ve bütün devlet imkanları elinin altında bulunandan da başka türlüsü beklenemezdi herhalde.

Seyrek de olsa CHP’nin kapalı salon toplantısı veya mitingine bazı medya organlarında rastlıyoruz. HDP’nin ve SP’nin faaliyetlerine isebir kaçı hariç hemen bütün gazete ve televizyonlar gizli bir ambargo uyguluyor gibiler.

Bu haftanın yazısı için niyetim dağıtılan bu bildiri ve broşürler üzerinden hazırladığım birşeyleri paylaşmaktı.

Ancak, dindar kamuoyunun yakından tanıdığı,  20’den fazla ilahiyatçı, siyasetçi, akademisyen, yazar ve gazetecinin biraraya gelerek oluşturduğu “Hak ve Adalet Platformu”nun referandum bildirisi elime geçince onu erteledim.

Fikirleri eşit şartlarda duyurmanın çok zor olduğu günlerden geçiyoruz. Muhalif partiler için sınır ve engellerle dolu bu alanda, iktidarla aynı inanç ve kültür dünyasından olan muhalifler için kat be kat fazla zorlukların yaşandığı aşikar.

Malum bizde mahalle baskısı, hakaret, dışlanma ve aforoz edilme artık gündelik vakalardan oldu.

Bu nedenle bu platform hakkında biraz bilgi vermek ve bildirinin bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istedim.

Platformu oluşturanlar arasında Mazlum-Der eski genel başkanlarından Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ak Parti kurucularından Fatma Bostan Ünsal, Has Parti kurucularından Cihangir İslam, Başkent Kadın Platformu üyesi Berrin Sönmez, ilahiyatçı İhsan Eliaçık ve felsefeci Edip Yüksel, gazeteci yazar İslam Özkan gibi İslami camianın tanınmış isimlerinden bazıları bulunuyor.

Bu isimlerden Gergerlioğlu, İslam ve Ünsal’ın adları KHK ile kamudaki görevlerine son verilenler arasında yer alıyordu.

Kuruluşlarını Fatih’te yaptıkları bir toplantıyla ilan eden platform, referandum döneminde Üsküdar, Sultanbeyli, Bağcılar, Halkalı, Beykoz ve Fatih gibi ilçelerde mütedeyyin kesimlere yönelik toplantı ve sohbet etkinlikleriyle anayasa değişikliği hakkında düşüncelerini paylaşacaklarını duyuruyor.

Bildirilerinden bazı bölümleri bilginize sunuyorum:

Tekçi Yönetim Değil; İstişare, Hak ve Adalet!

Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Adaletin tesis edilmesi, toplumun farklı kesimlerine uygulanan ayrımcılıkların ortadan kaldırılması, farklı kültürler ve inançlar arasında eşitliğin sağlanması için yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Ancak önümüze konulan anayasa paketi, herkes için adaleti gerçekleştirmekten uzak. Bu değişiklikle güçlünün egemen olacağı bir anlayış tesis edilecek…

Bu toplumda kimliğimizden dolayı haksızlığa uğramış olsak da, sahip olacağımızı düşündüğümüz gücün hatırı için, bir başkasının uğrayacağı adaletsizliğe göz yummak ilkelerimize ters düşen gayri ahlaki bir hevestir. Güçlünün haklılığı değil, haklının güçlülüğünden yana olmalıyız!

İlkelerimiz, kim olursa olsun sorgulanamaz, denetlenemez, frenlenemez tek adam iktidarının adalet değil zulüm getireceğini hatırlatır bize. Sınırsız ve denetimsiz bir güce izin vermek, hem o kişiye hem de topluma yapılmış büyük bir kötülüktür…

Güç hayaline kapılmak, çoğunlukla tersine dönen ve altında kalınan bir akıbeti doğurur. Ne zalim ne de mazlum durumuna düşmemek için eksenimiz, gücün tek sahibi olmak değil, hak, adalet ve istişare ile yönetimin ortak paylaşımı olmalıdır.

16 Nisan’da referanduma sunulan 18 maddelik anayasa değişiklik paketi, toplumdaki kronik sorunları çözmek bir yana daha da ağırlaştıracak bir yapıdadır. Yürütmeyi, yasama ve yargı karşısında çok kuvvetli yapmaktadır. Oysa adil bir yönetim, güçlerin kontrolüne ve anında denetlenmesine bağlıdır.

Gücü ele geçirenin keyfileşeceği böylesi bir anlayışa, zamanında “Herkes için Adalet” diyen bizlerin razı olması mümkün değildir ve en başta bu sebeple bu değişikliğe karşı çıkmalıyız!

Kuvvetler ayrılığının sağlayacağı adalet için sarf edilecek her çaba, kuvvetin tek elde toplanması nedeniyle oluşacak haksızlıklardan çok daha güçlü ve değerlidir. Toplumun gerçek istikrarı, geçici, yanlı güç hayallerinden değil, adil bir demokratik katılımdan geçer.…

Yeni bir anayasa, farklı tüm toplum kesimlerinin omuzları üstünde yükselen, zor ve uzun da olsa toplumsal bir uzlaşma ve sözleşmeyi hedeflemelidir!

Dinî referansların tek adamlığı onaylaması mümkün değilken; en başta da Medine Sözleşmesi gibi çokluk, paylaşım ve yönetimde istişare geleneği ortadayken tek adam söylemleri temelsizdir.

Biz Müslümanların kendi aramızda işleri birbirimizle danışarak yapmamız gerektiği ve özel olarak Kur’an’da bununla ilgili ‘’Şura Suresi’’nin olduğu malumdur. Bu da toplu denetim, istişare ve danışma ile yönetimde eşit ve adil ortaklığı esas almaktadır.

Biz Müslümanlar, Allah’ın tek olduğuna inandığımız gibi yönetimlerin de ortaklık olduğuna inanmadıkça hakça bir yaşama kavuşamayız!

28 Şubat Darbesinde baskıya uğrayanlar olarak, o dönemde yaşadığımız zulmün, bugün benzerlerimiz tarafından daha şiddetli bir şekilde tüm topluma uygulanması, getirilmek istenen sistemle yapılabilecekler açısından ibret vericidir kanımızca.…

15 Temmuz darbe girişimine de karşı çıktık ve bundan sonrasında beyaz bir sayfa açılmasını istedik. Ama önümüze getirilen teklif daha çok demokrasi sunmadığı gibi, sorunları daha çok arttıracak içeriktedir.
Darbeleri önlemek, güçler ayrılığına uymakla, bir gücün diğerlerini boyunduruk altına almamasıyla sağlanır.

Kimsenin mağdur ve mazlum olmaması için;

Tekçi yönetim değil, istişare ve yönetimde ortaklık için;…

Gelin, bu itirazı birlikte yükseltelim; hak ve adalet arayışımıza bir HAYIR

ile sahip çıkalım!

Bu yazı Serbestiyet web sitesinde yayınlanmıştır.

 

 

 

 

Share.

About Author

Comments are closed.