İslam Özkan *
Düğmeye basıldıysa şayet, Türkiye’yi FETÖ ile ilgili enteresan süprizler bekleyebilir. Tam da FETÖ yargılamalarının başladığı bu süreçte, Türkiye’deki darbenin arkasındaki güçlerden biri kabul edilen BAE’nin ABD ile koordinasyon halinde bir taraftan Müslüman Kardeşleri tasfiye harekatına hız verirken öte yandan FETÖ kartını yeniden sahaya sürmeyeceğini kim garanti edebilir?
ABD yönetimi son 30 yılda hiç ilan etmediyse en az 10-11 kez Yeni Ortadoğu ilan etmiştir. Gerçi her seferinde muhteva değişiyor olsa ne gam, dünyaya çeki düzen verme ve mühendislik yapma gayretlerinin sonu gelmiyor. İslam kültüründe cihana nizamat verme aynı zamanda ıslahat gayretlerini, dünyanın daha iyiye ve daha güzele gitmesini ifade ederken, bir mühendislik çalışması, hele toplumun kodlarına müdahale hiçbir zaman benimsenen bir tutum olmadı. Ancak yaşadığımız çağda uluslararası ilişkiler aynı zamanda sosyal mühendislik de içeriyor. Toplumun genleriyle oynamadan, algıya yönelik operasyonel müdahalelerden kültürel yapının dönüştürülmesine varana kadar birçok unsuru bu konsept içerisinde görmek mümkün.
Son Riyad zirvesiyle billurlaşan Yeni Ortadoğu konseptinde biraz faşizm sosu eklenmiş ırkçılık, İslamofobi ve biraz da komploculuk var. Son tahlilde Suudi Arabistan ve BAE’nin bu yeni Ortadoğu konseptinde birlikte hareket edecek olmaları, projenin muhtevasına ilişkin soru işaretlerini daha güçlü bir şekilde gündeme getiriyor.
Nitekim bu yeni projenin ilk ayağı zirvenin ardından hemen devreye sokuldu. Buna göre, Katar’ın gerek Afganistan ve Suriye’de ilişki içerisinde olduğu silahlı örgütler gerekse siyasi olarak desteklediği Müslüman Kardeşler’in uluslararası alanda izole edilmesi için mümkünse Suud-BAE-Mısır koordinasyonu ve ABD’nin desteğiyle temelleri atılan bir medya kampanyası aracılığıyla ülkede bir darbe gerçekleştirilecek. Müslüman Kardeşler’e değinince Türkiye kendiliğinden gündeme geliyor. Muhtemelen Türkiye, Riyad zirvesinde kristalize olan planın Müslüman Kardeşler ayağının kendisine de dokunacağını gördüğü için alt düzeyde bir temsille yetindi. Türkiye’nin zirvede geri durmasının bir diğer nedeniyse BAE, Muhammed Dahlan ve İsrail’e oluşturulmaya çalışılan yeni eksen içerisinde merkezi bir önem atfedilmesi.
Belki daha geniş bir konsept içerisinde bir Sünni Kolaisyon gündeme gelseydi Türkiye, zirveye daha sıcak yaklaşabilirdi. Ancak öngörülen Sünni Koalisyon zannedildiği gibi sadece İran’ı değil, Müslüman Kardeşler’i, Hamas’ı, hatta Katar başta olmak üzere BAE’den hazzetmeyen Türkiye gibi ülkeleri de hedef alıyor. Dolayısıyla Sünni Koalisyon konsepti, aslında tahmin edilenden çok daha dar bir ekseni merkeze alıyor. Geçtiğimiz senelerde yapılması planlandığı gibi geniş çaplı ve sadece İran karşıtlığı temelinde oluşmuş bir eksen yok ana aktörlerin kafasında.
Nitekim Katar-KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) gerginliğinin Riyad Zirvesi’nin hemen ardından patlak vermesi, “Nasıl bir Sünni koalisyon?” sorusuna verilecek ilk yanıt olarak kabul edilebilir ve bu zirvenin ilk meyvesini verdiği şeklinde yorumlanabilir. Öyle görünüyor ki yeni dönem oldukça sancılı geçecek. Ortadoğu’da yeni bir kaos dalgası beklenebilir. Yeni şiddet dalgası ve daha büyük çaplı kaos, bu kez farklı ülke ve aktörleri de içine alacak şekilde genişlerse, bütün bir bölgenin felakete doğru kulaç attığını hep beraber gözlemleyebiliriz. Tam da terörün Suriye ve Irak’tan kökünün kazandığı Post-IŞİD sürecinde bizi ne bekliyor diye biz düşüneduralım, birileri planlarını çoktan yapmış bile.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in de atıf yaptığı gibi Riyad’daki zirvenin ilk meyvesi Bahreyn’deki olaylardı. Ardından Katar Emiri’nin İran Cumhurbaşkanı Ruhani’ye gönderdiği sıcak mesajların yanı sıra el Cezire’nin ilk kez Bahreyn’deki olayları muhaliflere yakın bir dille aktarması da Katar’ın Riyad Zirvesi’nde ortaya konan vizyona tepkisini gözler önüne serer nitelikte.
Planın ikinci ayağına ise Müslüman Kardeşler’in uluslararası planda kuşatma altına alınmasıyla start verilecek gibi görünüyor. İhvan zaten şu anda Suud, BAE ve Mısır gibi ülkelerde terör örgütü kabul ediliyor, mallarına ve varlıklarına el konuyor. Ancak öyle görünüyor ki Müslüman Kardeşlere yönelik tutum, daha küresel hale getirilmeye çalışılıyor. Bunu, Müslüman Kardeşlerin ABD ve Batılı ülkeler tarafından terör örgütü ilan edilmesi, ardından küresel çapta bir kuşatma harekatı izleyebilir. Nihai amaç, Müslüman Kardeşlerin toplumsal desteğini yok etmek ve hareketi, etkisizleştirmek, sıradan marjinal bir örgüte dönüştürmek. Belki de Müslüman Kardeşleri birçok toplumsal mobilizasyon gücüne sahip harekete yapıldığı gibi önce şiddete çekip ardından da IŞİD ve el Kaide muamelesi yapmak.
Üçüncü ayakta ise İsrail işgal ordusunun Gazze’yi vurmasının ardından Mısır ordusunun Gazze’ye karadan girerek HAMAS’ı alaşağı etmesi, buna karşın BAE’nin adamı Muhammed Dahlan’ı Gazze’nin hakimi haline getirmesi öngörülebilir. Bu adıma ise HAMAS’ın nasıl tepki vereceği üç aşağı beş yukarı kestirilebilir. Muhtemelen HAMAS, haklı olarak bu oldu bittiye karşı kanının son damlasına karşı savaşacaktır. Bu da Gazze’de kaos ve şer güçlerin Filistin davasını tasfiye planını uygulamaya sokması demek. Birinci aşama Muhammed Dahlan’ın Gazze’nin hakimi haline getirilmesiyse daha uzak erimli amaç, Mahmut Abbas’ın devrilerek Muhammed Dahlan’ın bütün bir Filistin’in valisi haline getirilmesi olabilir. Sömürge valisi gibi hareket edecek olan Dahlan, Filistin’de direniş hareketlerini bastırma işini, tabii İsrail’in de işbirliğiyle Abbas’tan çok daha ustaca yapabilir. Böylece Hamas başta olmak üzere bütün direniş gruplarının önce Mısır, ardından Filistinlilerin eliyle tasfiye edilmesi öngörülüyor.
Planın Dördüncü maddesi, S. Arabistan’ın iç işleriyle alakalı. Muhammed bin Nayif Veliahtlık makamından azledilerek yerine Muhammet Bin Selman getirelecek. ABD de bu adıma sonuna kadar destek verecek. Bu da BAE-Suud ilişkilerini tahkim edilmesi anlamına geliyor.
Beşinci maddede ise Körfez ülkeleriyle İsrail arasında doğrudan ilişki kurulması, Filistin sorununun Mısır’dan alınacak bazı topraklar karşılığında halledilmesi planlanıyor. Filistin davası böylece hem teorik hem de pratikte bir daha indirilmemecesine rafa kaldırılmış olacak. Bu BAE-Suud-ABD ekseninin planları. Bakalım evdeki hesap çarşıya uyacak mı? Onların bir hesabı varsa Allah(c.c.)’ın da bir hesabı var. Direniş gruplarına boyun eğdirme stratejisi, son 30 yıldır işe yaramadı. Bundan sonra da yarayacağı şüpheli. Hele ki Körfez ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların ayyuka çıktığı bu süreçte söz konusu plan ne kadar işlerlik kazanabilir, göreceğiz.
Ancak işin Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir boyutu da var. Düğmeye basıldıysa şayet, Türkiye’yi FETÖ ile ilgili enteresan süprizler bekleyebilir. Tam da FETÖ yargılamalarının başladığı bu süreçte, Türkiye’deki darbenin arkasındaki güçlerden biri kabul edilen BAE’nin ABD ile koordinasyon halinde bir taraftan Müslüman Kardeşleri tasfiye harekatına hız verirken öte yandan FETÖ kartını yeniden sahaya sürmeyeceğini kim garanti edebilir? Bir şey bildiğimden söylemiyorum, sadece Riyad Zirvesi’nde masa altında ve kulisler arkasında alındığı söylenen kararları okumaya, bunun sonuçlarını analiz etmeye çalışıyorum. Türkiye FETÖ’ye karşı yeterince önlem aldığını düşünüyor olabilir ancak Trump’ın bu konudaki tutumu tam bir muamma, sanki Türkiye’yi oyalıyor gibi. Bu sürecin tabii ki Suriye’nin kuzeyinde bölgesel ölçekte yansımaları olacaktır. Türkiye buna hazırlıklı mı işte ondan pek emin değilim.
*Bu yazı İslami Analiz web sitesinde yayınlanmıştır.