4 Şubat 2017 – Birinci Oturum: “Siyasal krizden çıkma çabası ve demokrasi arayışları”

0

Moderatör Fatma Akdokur’un konuşması:
Adalet Zemini olarak önemli bir süreç, umut ve dostluk yaşıyoruz. Çok zorlu zamanlardan bugünlere geldik. 2000’li yıllarda Türkiye’de iyi şeyler oldu, oluyor. Özellikle 2007 önemli bir yıldı, Hrant’ı kaybettik ama Kemalist bürokrasinin kuşatıcı etkisini kırdık. Anayasanın askeri darbeler dışında da değişebileceğini gördük. 2010’da Yetmez ama Evet’i yaşadık. 2013’te Barış Sürecini yaşadık, umutlandık. O yıllarda Ermenistan ve Suriye ile iyi ilişkiler kuruldu. Bütün bunlar şimdi sanki asırlar önce olan şeyler gibi geliyor. Ama güzel günler çok uzak değil, daha iyisini yapabiliriz.
Alev Erkilet’in konuşması:
Türkiye’de anayasa değişikliği gerekiyor. Kanuni Esasi’den beri halkın onayı ile bir anayasa yapılmadı. Kanuni Esasi biraz dış dayatma ile oldu, modernleşme yönünde toplumun değil, dışarının talepleri vardı, anayasa bu şekilde oluştu. 1921 anayasası görece toplumsal bir hareketin ürünüydü, ama tüm kazanımları 1924 anayasası ile ortadan kaldırıldı. 1924 ve sonraki tüm anayasalar ya dış ya da yerli seçkinlerin topluma deli gömleği giydirme çabalarının sonucu gerçekleşti. 1961 anayasasında ordu, yargı, entelektüel etkisi vardı, 1982 anayasasında ağırlıklı olarak ordu etkisi vardı. Bütün bu anayasalar, halkın çoğunluğunu kucaklamayan, halka rağmen devleti önceleyen anayasalar oldu.
2011 yılında başlayan yeni anayasa çalışmalarında eski anayasaların halkı temsil etmediğini söyledik. “Kendi anayasanı kendin yap” sloganı ile YAP (Yeni Anayasa Platformu) olarak pek çok ilde bir dizi halk toplantıları yaptık, katılımcı bir süreç izledik. İllerde, kahvehanelerde herkesin katılabildiği toplantılar yaptık. Önce veri toplama süreci yaşadık, besleyici bir süreçti. Mesela geleneksel bir hanım, önce darbeci erkeklere dur demek gerekir, demişti. İnsanlara fırsat verildiğinde siyasal süreçlere nasıl etkin katılabildiğini gördük. Yeni bir anayasa söz konusu olduğunda bir süreç –anlatma, öğrenme, sindirme- gerekiyor.
2 yıllık süreçte (2011-2012) halkın bir arada yaşama konusundaki isteğini gördüm. İnsanlar kendi acılarının değil, başkalarının acılarının çözülmesi sonucu bir yol bulunmasını istiyorlardı. Mesela İslamcılar “cemevlerine özgürlüğü”, alevi dernekleri “başörtüsüne özgürlüğü” savunuyorlardı. Ki o dönem henüz bizler, başörtülüler üniversitelere dönememiştik. Yani açık bir kalp ile karşımızdakine gittiğimizde gördük ki, kimsenin ötekisi yok, herkes devlet zulmünden yakınıyor, haksızlığa uğrayan diğer kesimler için taleplerde bulunuyor.
Cinsiyetçi, etnik temelli, inançları ve halkı dışlayan değil, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa isteniyordu. Yurttaşın ödevlerini anlatan değil, devleti sınırlandıran, mutabakat temelli, güçler ayrılığının altının çizildiği bir anayasa öneriliyordu. O dönemde insanlar tarafından özellikle yargının aşırılıklarına vurgu yapılıyordu, ama yürütmenin yargı üzerindeki gücünün de sınırlandırılması isteniyordu. YAP’ın hazırladığının dışında da hazırlanan anayasa önerileri vardı. Memur Sen’in 50 bin kişi ile yaptığı anket çalışması sonucu hazırladığı anayasa önerisi halen ortadadır. Bu toplum kendisine fırsat verildiğinde özgürlükçü bir anayasa yapar, zulüm üretmemeye ahdetmiştir. Şu andaki anayasa değişiklik teklifi ise sorunları çözme yerine hastalıkları artırıcı mahiyettedir, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir.
Emre Bağçe’nin konuşması:
Getirilmek istenen başkanlık sistemi konusunda toplumun çok az bilgisi var. Hükümete yakın olduğu bilinen “Başkanlığa evet” sitesinde başkanlık sistemi savunulurken “başkanlık sisteminde yasama ve yürütmenin seçimlerinin birlikte olmayacağı” vurgusu var, halbuki tasarıda tam tersi geçerli, seçimler birlikte yapılacak. Bu sitede “başkanlık sisteminde meclisi kimsenin feshedemeyeceği” yazılı, halbuki tasarıda böyle değil. Yani başkanlığı savunanlar aslında tasarıda ne olduğunun ya farkında değiller ya da çarpıtıyorlar. Parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi tartışmalarında meseleye öncelikle tarafsız bir gözle bakmak, dünyada durumun ne olduğunu ortaya çıkarmak gerekir. Ben dünyadaki ülkeleri yönetim sistemlerine göre parlamenter, yarı başkanlık, başkanlık ve diğer diye dört kategoride sınıflandırdım. Bu ülkeleri birbirleri ile objektif olarak kıyaslayabilmek için dünya çapında kabul gören 20 endeks değerinden yararlandım. Sonuçta ulaştığım tablo ve çıkan sonuçlar bize en azından bugün itibarı ile hangi yönetim sistemi altında yaşamak isteyebileceğimiz konusunda bir fikir veriyor.
Dünyadaki 199 ülkenin yönetim sistemlerini ele aldım. 199 ülkenin 86’sı parlamenter, 59’u başkanlık, 41’i yarı başkanlık sistemleri ile yönetiliyor. 13’ü ise diğer (monarşi, cunta, tek parti, geçiş aşaması vb.) kategorisinde.
Her sistemdeki (parlamenter, yarı başkanlık ve başkanlık) ülkelerin endeks ortalamalarını hesapladım. Tablolara Türkiye’nin puanlarını da ekledim.
İlk on endekste değerlerin düşük olması olumlu, ikinci on endekste ise değerlerin yüksek olması olumlu.
Başkanlık sisteminde işsizlik oranı daha düşük, parlamenter sistemlerde yüksek.
Kırılgan devlet endeksi başkanlık sistemlerinde çok yüksek, Türkiye ise bugün bile bu endekste olumsuz bir değere sahip.
Genel olarak parlamenter sistemler başkanlık ve yarı başkanlığa göre daha iyi endeks değerlerine sahipler. Türkiye’nin olumlu olduğu iki endeks, sağlıklı yaşam beklentisi ve insani gelişme endeksi. Türkiye’nin olumsuz olduğu endeksler; tutuklu mahkum oranları, iyi ülke, kırılgan devletler, basın özgürlüğü, küresel barış, demokrasi sıralaması, yürütmenin sınırlandırılması, hukukun üstünlüğü, siyasi haklar ve özgürlükler endeksleri. Bu değerleri ile Türkiye parlamenter sistemden kopmuş gibi görünüyor.
Avrupa’da Kıbrıs ve Belarus dışında başkanlık sistemi bulunmuyor. Başkanlık veya yarı başkanlıkla yönetilen pek çok ülkede parlamenter sisteme doğru bir geçiş yaşanıyor. Finlandiya ve Kırgızistan parlamenter sisteme geçti, Polonya ve Moğolistan geçme aşamasında.
ABD dışında başkanlık sistemi ile yönetilen gelişmiş ülke pek yok. Yarı başkanlıkla yönetilen ülkelerin önemli bir kısmı, kendileri de yarı başkanlık sistemine sahip olan Fransa ve Portekiz’in eski sömürgeleri.
Şimdi getirilen anayasa tasarısında en önemli konu olarak istikrar öne sürülüyor. Ama dünyada istikrar konusunda parlamenter sistemle yönetilen ülkeler, başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen ülkelere göre çok daha istikrarlı. Türkiye’nin bugün mevcut istikrar düzeyi, başkanlık sistemlerinin değerine yakın.
Gelir düzeyi olarak parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin ortalama kişi başı geliri Hindistan dışında 20 bin dolar seviyesinde iken, başkanlıkla yönetilen ülkelerin geliri ise ABD hariç tutulduğunda 6 bin dolar seviyesinde.
100 civarında yoksul ülkenin 70’i başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilirken 25’i parlamenter sistemle yönetiliyor. Dünyada parlamenter sistemden başkanlığa geçmeye çalışan tek ülke Türkiye. Koalisyonlara olumsuz bakılıyor ama Japonya ve pek çok Avrupa ülkesi koalisyonlarla yönetiliyor.
Başkanlık sıfır toplamlı oyundur, kazanan hepsini alır, parlamenter sistemde ise azınlıkların hakları daha iyi korunur. Demokratik yollarla seçildiği sürece başkanlık veya parlamenter sistem fark etmez deniyor, bu çok doğru değil. Yönetim sistemi, siyasal kültür kadar önemli.
Hayri Kırbaşoğlu’nun konuşması:
Olması gereken demokrasi, çoğulcu demokrasidir. Çoğulcu demokrasinin önünde çeşitli engeller var: Türkiye’de siyasi kurumlar, partiler demokratik değil. Siyasetin finansmanı problemli. Eğitim kurumları ve medya toplumsal baskı aracı olarak kullanılıyor. Kültürel engeller var, en önemlisi lider kültü, ayrıca kadınlar açısından engellemeler var. Ötekileştirme kültürü var, sağ-sol, alevi-sünni, ya bendensin ya ötekisin tavrı yaygın. Sadece kutuplaşmacı değil, çatışmacı bir kültür var. Tarihsel bagajlar var, işlevselliği engelliyor. Çoğulculuk kültürü gelişmemiş.
Ben İslam ve demokrasi konusunu anlatacağım. Siyasal İslami hareketler demokrasiye inanıyor mu, sorusu önemli. Ben İslami gelenekten gelen birisisi olarak “evet demokrasiye inanıyorlar” diyemiyorum, takiyye yapıyorlar. Dindarlar demokrasiyi çoğunlukla Truva atı gibi anlamaktadır.
Dünyada örnek bir İslami yönetim modeli yok, tüm modeller problemli. Hilafet kavramının içi boş, nostaljik. Hilafet kavramı dini değildir, siyasi ve tarihsel bir kavramdır, geride kalmıştır. Padişahlık sistemini önermek boş bir söylemdir. Abdülhamit dönemi İslamcıları (M.Akif vd.) yönetime muhalifti. Bugünkü İslami hareketler neo Emevici’dir. Emevi düzeni gibi rant dağıtımına dayanmaktadır, Hz. Ömer, Ömer b. Abdulaziz tarzı değildir.
Kuran’da “hüküm Allah’ındır” der, ama bu emrin siyasetle, yönetimle ilgisi yoktur, kozmik bir anlamı vardır. “Ulül emre itaat” kavramı yanlış anlaşılmaktadır, Kuran’daki şekli ile kurallara uymaktır, kurallara uymayan yöneticiye uyulmaz. Mutlak itaat Emevi ve padişahlık rejimlerinin geliştirdiği kavramlardır. Günümüzde yapıldığı şekli ile şeriat uygulamaları saçmadır.
Biat uygulaması, sık sık tekrarlanan, kölece olmayan, bir nevi oy verme mekanizmasıdır. Peygamber, etrafından sık sık biat isterdi, istişareye önem verirdi. Başka inançları baskılama anlamında kullanılan “fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar..” ayeti, tek hakimiyet ülküsü şeklinde değil, “siyasal baskı bitene kadar” diye anlaşılmalıdır.
Siyasal İslam dini araçsallaştırmaktadır. Dini cemaatler siyasete alet edilmekte, mezhepçilik yapılmaktadır. İlk İslam devletini Peygamberimiz Yahudilerle birlikte kurdu. Anadolu topraklarında Müslüman olmayanlar en çok son 100 yılda temizlendi(!). Bugün pek çok Müslüman ülkede İslam olmayan büyük gruplar var. İslam çoğulcudur, sadece Müslümanlardan oluşan bir ülke kurmaktan vaz geçmeliyiz.
Türkiye solu İslam medeniyeti ile barışmalıdır, herkes teolojik olarak Müslüman olmak zorunda değil, ortak kültürel kodlarımız var. Evrensel ahlaki doğrular, bir çoğulculuk ortak paydası olabilir. İslam’ın kendi orijinal ahlaki değerleri yoktur, mevcut evrensel değerlere yaslanır, onları canlandırır.
Siyasetçiler dini kullanarak ilahiyatçıların mesleğini çalmaya yöneldiler. Diyanet de siyasete angaje oldu. Müslümanlar geçmiş övgüsüyle tarihte yaşayan kişilere dönüştü. Aslında Hristiyan veya ateist de olsa İslam kültürüyle barışık yaşayan insanlar Müslüman medeniyetinin çocuklarıdır. İslam, diğer dinlerle birlikte ortak değerlere vurgu yapar.
Türkiye için Siyasal İslam büyük bir hayal kırıklığı oldu. Aliya İzzet Begoviç “Dini siyasete sokmayın, dinin ahlakını sokun” der. Bugünkü İslamcı iktidar ilkesizlik yapmakta, cahiliye âdeti eşdeğerindeki Türk milliyetçiliğini icraatına almaktadır. Bu çok açık Kuran’a aykırıdır. Kendi dışındakileri düşmanlaştırmaktır. İslam, bu toplumda inansın inanmasın herkese faydalı olmalıdır. İslami ülkelerin totaliter rejimlere dönüşmesini engellemeliyiz.
Katkılar:
Tartışmakta olduğumuz başkanlık sistemi, geçmişte tartıştığımız denge ve denetlemeleri olan demokratik bir başkanlık sistemi değil, tekçi bir sistem.
Biz daha iyisini hak ediyoruz, yeni bir anayasa yapmalıyız.
Başkanlıkta toplum tek kişiye yöneliyor, kırılganlık artıyor.
Hayır’ımız diğer hayırlardan farklı olmalı, evet’çileri küçümsememeliyiz.
Geçmişte AKP ilk 4 maddeyi değiştirmeye bile sıcak bakıyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP-MHP koalisyonu kuruldu, anayasa bu koalisyonun ürünü.
Sorunumuz İslamcılıktan ziyade, güce yönelme, bunu tartışmalıyız.
Kendisi Hristiyan olduğu halde “ben hem Müslüman hem Hristiyan’ım” diyen Amin Maluf, kültürel olarak toplumla barışmış olmanın iyi bir örneği. Ama aynı Amin Maluf Fransa’da başörtüsü düşmanlığı da yapmıştı. Bu yönünü de görmeliyiz.
İslam dünyasında büyük bir bilim ve akıl düşmanlığı var, İbni Haldun “modern gelişimi taklit etmeli” der. İslam dünyası bilimle ilgilenmeli.
İlahiyat camiası suskun, ama 40 yıl öncesine göre çoğulcu İslam düşüncesi daha yaygın durumda. Ama mevcut iktidar çoğulcu İslam’ı savunan bu akımı susturmaya çalışıyor.
Evet de hayır da geçse mutabakat önemli, mutabakat için çaba göstermeliyiz. Adalet, özgürlük, barış için çaba göstermeliyiz. Çoğulcu İslamcılığı ayakları üzerine kaldırmalıyız.

Share.

About Author

Comments are closed.