4 Şubat 2017 – İkinci Oturum: “İktisadi kriz ve adalet arayışları”

0

Moderatör Ümit Aktaş’ın konuşması:
AKP’nin 2010 sonrası performansı, öncesine göre kötü. Ekonomik kriz ile baş edemedi. Özellikle Suriye’ye yönelik savaş politikaları Çözüm sürecini tehlikeye attı. 2003, 2007 ve 2016’da 3 darbeye maruz kaldı. Gezi’yi yumuşak atlatabilirdik, ama sert bir geçiş yaşadık. Gezi sonrası Fetullahçıların yarım darbe girişimi oldu. Sonra dolar yükseldi, krizler katlanarak arttı. Darbeler biraz da bu iktisadi-siyasi krizlerin üstlerini örttü veya örtmek için kullanıldı. Küresel kapitalizmin oluşturduğu sömürü ve eşitsizlikleri görmek önemli. Türkiye ise kendi maruz kaldığı sömürüyü Kürdistan’a yansıtıyor. Tabi Kürdistan’da sürdürülen savaş politikaları da ekonomik krizi artırıyor. Türkiye’deki krizlerde kapitalizmin etkileri, Kürtlere karşı tavır ve Suriye politikaları önemli rol oynadı. 2010 sonrası AKP ülkeyi idare etmede başarılı olamıyor. Tüm bu olumsuzluklarla bir de referanduma gidiyoruz.
Alpkan Birelma’nın konuşması:
Türkiye’de emek mücadelesi uzun bir süredir geri, bunun sebeplerini analiz etmek gerekir. Toplu sözleşmeden yani sendikal haklardan yararlanan işçi sayısı son 15 yılda yüzde 10’lardan yüzde 5’lere düştü. Grevlere katılan işçi sayısı bu dönem 10 bin düzeyinde kalıyor. Sadece 2013’te 20 bin seviyesine çıkmıştı. Çünkü sermaye keskin yöntemlerle emek hareketini baskılıyor, bunu bütün dünyada yapıyor.
Sendika üyesi işçi sayısı her geçen dönem oransal olarak azalıyor. Bugün toplam işçilerin (memurlar dahil) yüzde 12’si düzeyinde. İşçi ücretlerinin maliyetlerdeki payı yarı yarıya azaldı. Ama işçileşme sürekli artıyor, 2000’li yılların başında yüzde 45’lerde olan işçilerin toplam çalışanların içindeki oranı bugün yüzde 65’e yükselmiş durumda.
Taşeron işçilerin sayısı her yıl artıyor, bu sistemi işçilerin birliğini bozuyor. 2000’li yılların başında işçilerin yüzde 4’ü taşeron sisteminde çalışırken, bugün yüzde 13’ü taşeron sisteminde çalışıyor, 4 milyona yakın taşeron işçi var. 2009 krizinde işten ilk atılanlar taşeron işçiler oldu. Taşeron çalıştırma büyük işyerlerinde çok yaygın. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda da sürekli geri gidiş yaşanıyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları artıyor, ölüm sayıları artıyor.
Hükümetin sendikal alana müdahalesi artıyor. Hükümet yanlısı memur sendikası olan Memur sen, 2002’de memurların yüzde 5’ini üye yapmıştı, şimdi yüzde 55’i Memur sen üyesi, insanlar işten atılmamak, sürülmemek için Memur sen’e üye oluyorlar. İşçiler arasında da hükümet yanlısı sendika olan Hak iş 2013’te sendika üyeleri arasında yüzde 16 olan oranını yüzde 32’ye çıkardı. Ayrıca Türk İş’te hükümetin etkinliği arttı.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen işçi kesiminde önemli direniş örnekleri de mevcut. Örneğin İstanbul Tıp Fakültesinde çalışan taşeron işçiler her hangi bir sendikaları olmamasına rağmen 2010 yılından beri direniyorlar, ayaktalar, dağılmadılar. 4 önderinden 2’si sürüldü, birisi atıldı, birisi de açığa alındı. Bir dernek kurdular, pek çok haklarını aldılar, 1000 kadar üyelerini kadroya geçirdiler. Taşeron işçi hareketine örnek oldular.
İkinci bir örnek, Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası. Tekstil sektöründe güçlü bir sendika yok, DİSK Tekstil bile mücadelede yetersiz. Bir yıl önce kurulan Bağımsız-sen, kısa sürede 1000 üye kazandı. 4 fiili sözleşme yaptı.
Üçüncü örnek, TÜMTİS’in çabaları. Taşıma ulaştırma sektöründe örgütlenmeye çalışan Türk iş üyesi TÜMTİS, 2010’dan beri pek çok küresel taşımacılık firmasında örgütlendi. Çok hızlı büyüyor. UPS’te 9 ay, DHL’de 16 ay direniş yaptı, örgütlendi. Şimdi Aras Kargo’da örgütleniyor.
Dördüncü örnek Adalet Arayan Aileler Hareketi. Davutpaşa’da 2008 yılında gerçekleşen ve 21 işçinin ölümüne yol açan iş cinayetinin ardından kuruldu. En önemli amaçları bu iş cinayetine neden olan sorumluların yargılanmasını sağlamaktı. Sonuçta 2014 yılında bazı kamu görevlilerinin ceza almasını sağladılar. Başka iş cinayetlerinin sorumlularının da yargılanması için çaba göstermeye devam ediyorlar. Bütün bu örnekler gösteriyor ki, emekçiler mücadele etmeye devam ediyor.
Cem Somel’in konuşması:
Gelişmiş ülkelerin krizi 2008’de başladı. Pek çok finans kurumu ve şirket batma noktasına geldi. Devletler bazı kurumları kurtardılar, bazılarını kamulaştırdılar, bazılarını batırdılar. 2009’da dünyadaki toplam hasıla azaldı. Faiz oranları düşürülerek firmaların yatırım yapması teşvik edildi. Ama pek çok firma yatırıma, kapasite artırımına yönelmedi, çünkü satışlara güvenmiyorlardı, çünkü işçilerin satın alma güçleri düşmüştü.
Kapitalizm gelir adaletsizliği sonucu, sürekli talep yetersizliği krizleri ortaya çıkarır. 2008 krizinin bu kadar etkili olmasının sebebi, gelir dağılımının 1980’lerden itibaren bozulmaya başlamış olmasıdır. Çünkü firmalar 80’lerden itibaren üretim yerlerini taşıyarak emekçilerin pazarlık güçlerini azaltmışlardı.
Gelişmekte olan ülkeler ise 80’li yıllarda ihracat yapmaya başladı. Sonuç malum, taşeronlaşma, çocuk çalıştırma, iş kazaları, düşük ücret, olumsuz çalışma koşulları. 2008 sonrası ihracata dayalı sistem söylemleri sona erdi. Zaten açık veren ekonomisi ile Türkiye hiçbir zaman ihracata dayalı ekonomi oluşturamadı. Özel sektör dış borç biriktirdi, faiz oranları yüksek tutularak para girişi teşvik edildi.
Dış borcun artmasını kimse artık önemsemiyor. Ödeme planı yapmadan borçlanan toplumlar bir süre bedelini ödemeden başka toplumların ürettiği hâsıladan hem tüketim hem de yatırım yapmanın sefasını sürer, ancak sonunda egemenliğinden tavizler vermek zorunda kalır.
Türkiye’de emek gücünün satın alma gücü artırılırsa tüketim artar. Bunun için asgari ücret kaldıracı kullanılabilir, ama aksine asgari ücret sürekli sabit tutulmaktadır. İkinci olarak vergi gelirleri içinde dolaylı vergi (KDV, ÖTV) payı azaltılıp, dolaysız (servet ve gelir) vergilerin payı artırılabilir. Dolaysız vergilerin payı 80’li yıllarda yüzde 63 iken 2012’de yüzde 32’ye düşürüldü. Satışlardan alınan dolaylı vergi payı ise tersine artırıldı. Bunu tersine çevirmek emekçilerin yararına olacaktır.
Bütçe dengesini bozmadan kamu harcamalarını artırmak da emekçilerin durumunu düzeltebilir. Bunun toplam ekonomiye de yararı olur. Bazı ekonomistler bunun dış açığı artıracağını söyler. Dış açığı azaltmak için ithalatı kontrol altına almak, AB ve gümrük birliğinden çıkmak, gümrük vergileri ile kontrolü sağlamak gerekir. Ayrıca sıcak para girişini kontrol etmek, ticaretle ilgisi olmayan para girişini engellemek gerekir. Özel sektörün dış borçlanmasına sınır getirmek gerekir. Bunu IMF bile kabul etmektedir. ABD bile korumacılığa başlamışken, Türkiye’nin Derviş politikalarında ısrar etmesi hatalıdır.
Sezai Temelli’nin konuşması:
OHAL döneminde pek çok insan işkence, tutuklanma ve işten atılma gibi sorunlar yaşıyor. Ben de görevinden uzaklaştırılan bir kamu emekçisiyim. İş cinayetlerinde de dramatik bir artış var. Kapitalizm krizler olmadan kendini yeniden üretemiyor. Kapitalizmde eşitsizlikler yeniden üretiliyor. Sosyal devlet her türlü adaletsizliği çözecekti. Ama sosyal devlet uygulaması ancak 30 yıl sürebildi, 1970’lerde çöktü. Kapitalizm, artı değerin yeniden üretilmesi, çoğaltılmasıdır. Bizler eşitsizliğin nasıl yeniden üretildiğini değil, nasıl ortadan kaldırılacağını tartışmalıyız. Yoksa savaşları önleyemeyiz.
2001 krizi sonrası AKP neoliberal politikaları uygulamak için iktidar oldu. Türkiye ve özellikle bankacılık sistemi dengesizdi, bunun çözülmesi gerekiyordu. Yapılan düzenlemeler sonucu Türkiye’ye önemli fon akışı sağlandı. AKP 2002-2007 arasında Türkiye’ye gelen fonlarla 2008-2017 arasındaki yürüyüşünü gerçekleştirdi. AKP 2008 krizi sonrası elindeki parasal imkanlar azaldıkça, daha fazla baskı ve şiddeti gündeme getirdi. Çözüm süreci sorunlara çare olabilirdi. İmralı’da kurulan masa sadece Kürt sorun için değildi. Dolmabahçe mutabakatı çoğulcu bir anayasa önerisidir. Kürt sorununun çözümü Türkiye’de demokrasi meselesidir, demokrasi ise eşitsizliklerin giderilmesidir. Muhatapları bunu biliyorlardı. Ama AKP baskı ve şiddet yolunu seçti.
Mevsimlik tarım işçileri Kürdistan’dan batıya her yıl geliyorlar. İzole bir şekilde yaşadıkları, Kürtçe konuştukları için saldırıya uğradıkları halde, çiftliklerde çalışmaya devam ediyorlar. Aldıkları ücretin çoğu dayıbaşına gidiyor. 4 TL/saat ücret alıyorlar, 2 TL’sini dayıbaşı alıyor, 1 TL’sini harcıyorlar, 1 TL’sini biriktiriyorlar. Tarım sektöründeki görece ucuzluğun kaynağı bu tarım işçileri. İnşaat sektöründe de Kürt işçiler diğer işçilere göre daha ucuza çalışıyorlar. Burada oluşan artı değer sistem için çok önemli, yabancı para girişi en çok inşaat sektöründe oluyor. Turizm sektöründe de Kürt işçiler ucuz iş gücü sağlıyorlar. Aldıkları ücret çoğu yerde yarım asgari ücret. Ucuz turizm pazarı Kürt işçiler üzerinden sağlanıyor. Türkiye ekonomisinin en önemli sektörleri ucuz Kürt işçilerinin sırtından kazanıyor. En yoksulların bölgeleri ile Kürdistan haritası örtüşür. Teşvik bölgelerinin haritaları bunu birebir gösterir.
Kürtler siyasetin toplumsallaşması için karşı bir siyaset geliştirdiler. Kürt sorununun çözümü hem demokrasi meselesidir, hem de eşitsizliklerin giderilmesidir, yani anti kapitalist bir mücadeledir. Rojava’da bunu görüyoruz. Adalet arayışı peşinde isek krizi savuşturmak için mevcut sisteme karşı politik bir mücadele içinde olmalıyız.
Katkılar:
Türkiye’de en çok sömürülen işçiler göçmen işçiler, yarı ücretle çalıştırılıyorlar.
İktisadi krizi aşmak için hükümet bazı ürünlerde KDV’leri indiriyor veya sıfırlıyor, bunun kamu maliyesine olumsuz etkileri olacak.
OHAL sürecinde Eğitim sen başarılı bir performans gösterdi, öğretmenlere sahip çıktı.
İşçi örgütleri, sendikalar, işçi partileri çok parçalanmış durumda. En azından dayanışmanın geliştirilmesi gerekir.

Share.

About Author

Comments are closed.