chP

0

Anadolu’da AKP’nin güçlü olduğu kentlerinden birinin CHP il başkanı 7 Haziran seçimlerinden önce köy köy dolaşır. Sahadaki AKP etkinliğiyle bizzat sahada mücadele etmek gereğini kabul ve tespit ederek! Daha önce hangi partiye oy verdiklerine bakmadan her köyde herkesle iletişim kurmaya çalışır. Bu ziyaretlerin birinde il başkanı bir nineyle uzun uzun muhabbet eder. CHP’nin önerilerini, seçim vaatlerini anlatır. AKP’nin yaptığı yanlışları bir bir eleştirir. Hatta o yanlışların alternatiflerini de gösterir. Nine il başkanının söylediklerini dikkatle dinler ve neredeyse her söylenene katıldığı ifade eder. Özellikle de CHP’nin 7 Haziran seçimleri öncesi vaadlerini çok beğenir. İl başkanı ayrılırken nineye “Artık bu seçimde bize oy verirsin değil mi nineciğim” der. Nine ise şöyle cevap verir: “Ben size oy veremem. Yine AKP’ye oy vereceğim. Ama siz bu söylediklerinizi söylemeye devam edin ve bizleri bunları yapacağınıza gerçekten ikna edin. İleride bizim torunlar size oy verir”.

Cumhuriyeti kuran partinin cumhuriyetin çok partili döneminde hiçbir seçimi tek başına iktidara gelebilecek şekilde kazanamamasını nasıl yorumlamalı? Cumhuriyeti kurmuş ama o cumhuriyetin yurttaşlarını uzun yıllar temsil etmeyi başaramamış bir siyasal parti nasıl mümkün olabilir? Kürtlüğün, Müslümanlığın, Aleviliğin Türkiye’de bir siyasal kimlik haline gelmesinin bu temsil edememeyle ilişkisi olduğunu görebilmek bu kadar mı zor? Bugün AKP ve HDP diye iki parti varsa, bunun ninenin rezervleriyle hiç ilgisi olmadığını söyleyebilir miyiz? Evet belki CHP’nin Alevileri temsil edebildiği bir anlamda doğrudur. Ancak bu bir seçim midir, yoksa bir zorunluluk mu olduğu tartışmaya açıktır. Çünkü Alevilerin hangi sorunu cumhuriyet tarafından çözülmüş? Çok geniş yurttaş kesimlerinin hiçbir öznelliğini siyaseten içselleştirememiş bir partinin adında “cumhuriyet”in yer almasının anlamı nedir? Cumhuriyeti kurmuş ama o cumhuriyetin halkını temsil edememiş bir partinin adında “halk”ın yer alması nasıl okunmalıdır? Daha önce yazdığım bir yazıda AKP’yi aKP diye yazmıştım. “Adalet” eksikliği, yokluğu bağlamında. Sanırım aynı mantıkla CHP’yi de chP diye yazmak çok abartılı olmaz.

Örneğin cumhuriyetin toplumla meselesinin en iyi tarif eden aslında başörtüsü konusudur. Başörtüsünün bir “siyasal simge” haline gelmesinden cumhuriyet politikaları sorumlu değil midir? Cumhuriyet toplumsallığını bu konuda dinamitlemiştir. Bülent Somay’ın yıllar önce belirttiği gibi eğer cumhuriyet tüm kadınların başını açma siyaseti yerine, başını açmak isteyen kadınları bir hukuki şemsiye altında güvenceye alsaydı ve seçimi doğrudan yurttaşın inisiyatifine bıraksaydı belki de bütün hikâyemiz başka türlü olabilirdi. Oysa cumhuriyet kendi toplumsal olmayan siyasetini topluma giydirmeye çalıştı. Cumhuriyetin topluma giydirmeye çalıştıklarının bir kısmının gerçekten evrensel değerler olması bile bu meseleyi çözmedi. Kıyafetlerimiz de, siyasal prosedürlerimiz de, kent planlamamız da, mimarimiz de dekorlaştı. Bizler evimizde Hilton banyolarımızı, salonsalamanje koltuk takımlarımızı, pimapen pencerelerimizi çevremize bir dekor gibi döşedik. Misafir odalarımıza yıllar boyu kendi çoluğumuzu, çocuğumuzu sokmadık. Salondaki koltuk takımları yerine arka odadaki divanlarda, sedirlerde oturduk. Salonumuz bayramlık kıyafetlerimiz gibiydi. Koltuk takımlarımızın üzerindeki örtüyü bayramdan bayrama açtık.

Cumhuriyetin arkasında bir burjuvazi yoktu demek sadece basit ezberleri tekrar etmek ve iktisadi bir indirgemeciliğe teslim olmak değildir. Evet beğensek de beğenmesek de modern cumhuriyet bir tarihsel sınıfın, burjuvazinin ortalığa hâkim olmasının hikayesidir. Ama bu hegemonya sadece iktisadi, politik değildir. Hatta daha çok kültüreldir. Burjuvazi dediğimiz sınıf yarattı bütün o Batı dediğimiz medeniyeti. Artısıyla, eksisiyle! Bütün o edebiyatı, müziği, felsefeyi, kentleri, binaları, heykelleri, resimleri, Fransız balkonlarını, salle a manger’leri. Avrupa’yı bir sınıf üretti topyekün. Cumhuriyet ile o medeniyetin siyasi yapısıydı o kadar. Yani Batı’da cumhuriyet olduğu için toplum medenileşmemişti. Burjuvazi denen sınıf kendi medeniyetini inşa ederken modern cumhuriyeti de icat etmişti.

Ve ne önemlisi de bizim gibi modernleşme ülkelerinden bazen hayranlıkla, bazen kıskançlıkla hatta bazen nefretle izlediğimiz Batı’nın bizim evrensel, dolayısıyla vazgeçilmez sandığımız birçok özelliği aslında onlar için gayet kültüreldi ve gayet basit anlamıyla yurttaşın seçimlerine dayanıyordu. Medeniyet de, cumhuriyet de ancak bir seçime dayanıyorsa anlamlıdır. Medeniyet, cumhuriyet bir zorunluluk olarak yaşanıyorsa ve yaşatılıyorsa ancak ve ancak bir cehennem olabilirler.

Bu anlamda bizim cumhuriyetimiz hukuki ve kültürel bir cumhuriyet sanki. Ama maalesef siyasal ve ekonomik bir cumhuriyet değil. Cumhuriyetin “iyi” bişi olduğu konusunda genel bir mefhuma sahibiz. Fakat onun aslında ne olduğu konusunda, onun içinin nasıl doldurulması gerektiği konusunda kafamız epeyce karışık.

Bütün kadınların başını örttüğü bir toplum “demokratik” bir toplum olabilir. Hiçbir evinde pimapen pencere olmayan bir toplum da “çağdaş” olabilir. Çoğunluğunun namaz kıldığı bir toplum “modern”, “laik” olabilir. Mühim olan bunların birer zorunluluk değil, birer tercihe dayanmasıdır. Belki de ancak bu “kültürel perde” kalktığında cumhuriyetin aslında ne olduğunu hatırlayabiliriz: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik.

Sözünü ettiğim Anadolu ninesi için cumhuriyet, onun başına gelen, hatta maruz kaldığı bir şeydi. Bütün bu birikmiş maruziyetler aslında nine için CHP’yi, ağzıyla kuş tutsa bile, bir siyasi seçenek kılmayan şeydi. Türkiye’ye ya da daha genel anlamda modernleşme toplumlarına özgü bir “demokrasi paradoksu”ndan kolaylıkla söz edilebilir. Herhangi bir yurttaş için, siyasi yelpazede yer alan herhangi bir siyasi partinin neredeyse otomatik olarak bir seçenek olarak gözükmemesi! Demokrasi seçeneklerin varolduğu bir rejimin adıdır. Hatta bu seçeneklerin oldukça çeşitli olduğu bir rejimin adı. Biliyorum Türkiye’de bu tür cümleler kuranlara “liberal” deniyor. Demokrat yokluğundan kaynaklanıyor olabilir elbette. Bu bence liberalizme yapılmış bir iltifattır! Ben ise buna “asgari demokratlık” diyorum. Demokrasi öyle ya da böyle çok geniş siyasi çizgilerin asgaride demokrat olduğu bir rejimin adıdır. Cumhuriyetin kurucu partisi “demokrat” değilse bu ülkede demokrasiden nasıl söz edeceğiz?

Bu yazı Altüst dergisinin 19. sayısından alınmıştır.

 

Share.

About Author

Comments are closed.