15 Ekim 2016 – Demokratik bir Türkiye için Adalet Zemini Metni ve İmzacılar

0

Demokrasiyi hedef alan kanlı 15 Temmuz Darbe girişimi halkın direnişi sayesinde atlatıldı. Bugüne kadar 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2007’de olmak üzere her on yıla bir darbe sığdıran askeri vesayet heveslileri 2016’da umduğunu bulamadı.

15 Temmuz’un farkı şudur: tarihinde ilk defa, halk sokağa çıktı, direnme hakkını kullandı. Eğer bu direniş olmasaydı, sokak hareketi gerçekleşmeseydi, darbe durdurulamayabilirdi.

Darbe girişimine karışan kişilerin ve suç ortaklarının en kısa zamanda yargı önüne çıkarılması önemlidir. Bu süreçte masumiyet karinesi, adil yargılanma ve savunma hakkı ihlali, işkence ve kötü muamele gibi darbe soruşturmasının haklılığına ve meşruiyetine gölge düşürecek intikamcı ve otoriter aşırılıklarla mücadele edilmelidir.

Soruşturmanın alanının maksadı aşan bir biçimde genişletilerek muhalif kesimleri cezalandırmanın ve muhalif basın organlarının susturulmasının bir yolu haline getirilmesinden kesinlikle uzak durulmalı ve bu gibi uygulamalara karşı kararlılıkla mücadele edilmelidir. Devletin OHAL ve KHK’larla yönetilmesi makuliyet sınırlarını aşmamalıdır.

Şuna eminiz ki darbecilerin hükmettiği bir Türkiye, baskının, işkencenin, geri kalmışlığın ve yoksulluğun Türkiye’si olacaktı. Yine eminiz ki darbe girişimi sonrası ortaya çıkabilecek otoriter bir Türkiye de benzer şekilde olacaktır. İşte bu nedenle, 15 Temmuz darbesine karşı mutlak bir zafer elde etmenin yolu özgürlükçü demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmekten geçmektedir. Darbe ve darbecilere samimiyetle “Bir Daha Asla” demenin yolu demokrasiye ve çoğulculuğa sahip çıkmaktan geçer.

1) 15 Temmuz darbesi ve sonrası: Yeni Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti, imparatorlukların çözülüp dağıldığı bir çağda, büyük kıyımlara, göçlere, acılara sahne olmuş topraklarda Osmanlı bakiyesi ülkelerden biri olarak kuruldu. Siyasi fikirleri şekillendiren, devleti güçlendirmeyi amaçlayan bir otoriterlik, etnik ve kültürel çeşitliliği yok sayan ya da yok etmeye yönelen bir milliyetçilik ve Batı toplumları gibi bir toplum yaratmayı hedefleyen modernleşmecilik üzerinde gelişti.

Devlet seçkinlerinin siyaseti öncelikle devlet yönetme ve “toplum kurma” olarak görmesi toplumda derin yarılmalar ve kutuplaşmalar yarattı. Bu anlayışın ürünü olan 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan darbeleri yarattıkları travmalarla kutuplaşmaları daha da ağırlaştırdı.

Bu şimdiye kadar böyle oldu ama bundan sonra da böyle devam etmek zorunda değil. Çünkü içinden geçtiğimiz dönemde, özellikle 15 Temmuz darbesine halkın geniş kesimlerinin direnmesiyle birlikte önümüzde kutuplaşmaları aşabilecek yeni imkanlar belirdi. 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan, kutuplaşmaları azaltarak uzlaşmaları çoğaltan, farklı bir siyaset, yeni bir Türkiye, yeni bir cumhuriyet ve başka bir dünya hayal etmemiz, düşünmemiz ve o yolda yürümeyi mümkün kılmamız gerekiyor.

15 Temmuz sonrası meydanlarda milyonlarca insan bir araya geldi. Çoğunlukla İslamcı, mütedeyyin insanların yanı sıra, toplumun diğer kesimlerinden insanlar da meydanlara çıktı.

Aylar, yıllar sürmüş gerilimler, kutuplaşmalar, zıtlaşmalar, artık demokrasi paydasında sönmeye başlayabilir, yeni bir döneme geçilebilir. Bu yeni dönem, eğer çaba gösterirsek uzlaşmacı bir dönem olacaktır.

Türkiye’de Cumhuriyet Kemalist, modernleşmeci, Batıcı, laik bir ideoloji ekseninde başladı ve bu ilkeleri korumayı esas alan bir minvalde devam etti. Bu cumhuriyetin demokrasiyle ilişkisi seçkinciydi. Toplumdaki farklılıkları, sivil toplumu ve bunun taleplerini dikkate almak gibi bir yaklaşım, Kemalist Cumhuriyet açısından, söz konusu bile değildi. Ordu, bu ilkeler çerçevesinde sistemin restorasyonu için her darbeden sonra seçim yapmayı marifet sayıyor ama on yıl sonra yine darbe yapıp seçimle gelmiş iktidarı yok ediyordu. Şimdi işte o tarz cumhuriyet anlayışının sonrası bir döneme geçiyoruz.

Bu Cumhuriyet öncekinden, tepeden tırnağa, bütün unsurlarıyla farklı olmalı. Bu cumhuriyet her şeyden önce toplumsal farklılıkları içermeli, sivil iradeye yaslanmalı, sivil bir özelliği olmalı. Bu cumhuriyet merkezde değil çevrede kurulmalı. Kemalizm’den uzak, dinle barışık ve onu yeniden toplumsal ve gündelik hayatın içine çeken, yerleştiren bir anlayışla bütünleşmeli.

Bu yeni Türkiye’nin kalıcı ve istikrarlı olması için mutlaka sivil ve demokratik bir anayasa yapılabilmesi gerekiyor. Bu yeni anayasada başta Kürt sorunu olmak üzere dinî özgürlükler, Alevilerin hakları, askeri vesayet sorunu, işçi hakları, kadın hakları, engelli hakları, kent ve çevre hakları, bireysel özgürlükler gibi geçmişten gelen tüm kutuplaşmalara dair köklü çözüm önerilerinin olması gerekmekte.

2) Demokratikleşmek için, demokrasinin alanını genişletmeliyiz.

Demokrasi en geniş manada, özü itibariyle üç temel eksene dayanır: Ordu merkezli yönetime karşı sivilleşme, devlet merkezli siyasete karşı halkın siyaseti, seçkinci bir yönetime karşı toplumsal katılım.

15 Temmuz’dan sonra, darbeye karşı sokaklara çıkan insanlarla bağ kurmalı, tartışmalı, darbeye karşı çıkanlarla birlikte demokrasinin alanının genişlemesi için mücadele etmeliyiz.

15 Temmuz darbe girişiminin sorumluları ile yapılan mücadelenin, bu girişimi hazırlayanların ve bizzat uygulamaya koyanların işine gelebilecek, hatta bizzat onların görünmezliklerini sağlayacak, suçlu-suçsuz ayrımının tamamen ortadan kalkmasına sebep olabilecek şekilde “sulandırılmasına” izin verilmemelidir.

Darbe girişimlerini nihayete erdirecek olan OHAL değil, demokrasi alanının genişlemesi, sınırsız düşünce, gösteri, örgütlenme ve ifade özgürlüğüdür. Darbeyi engelleyen insanlara idam sloganının attırılmaya çalışıldığı yerde, “idama hayır”ı savunmak ve demokrasi mücadelesi veren toplumsal odakları güçlendirmek gerekir.

3) Demokratik, adil, özgürlüklere saygılı bir Türkiye istiyoruz.

Bu topraklarda ve dünyanın başka herhangi bir yerinde yaşayan hiçbir kültür bizim “ötekimiz” değildir. İnsanların sahip oldukları ve en genel anlamda, hayatı yorumlamakta yol gösterici olan kültürel referans dünyaları, kültürel aidiyetler; daha somut ifadeyle dinler, etnik kökenler ve diller, cinsiyetler ve kuşaklar bizim için zenginliktir ve bu zenginliğin farkında olarak ve hakkını vererek yaşamak istiyoruz.

Bu memlekette hepimiz dışlamalardan, insanı insan yerine koymayan politikalardan çok çektik. Artık toplum olarak nasıl yaşayacağımızın yukarıdan dayatılan kurallar yerine, herkesi içine katan bir süreçle belirlenmesi gerektiğini savunuyoruz. İnsana saygı duyuyoruz ve insana saygı duyulması için, insanı insan yerine koyan bir zihniyeti güçlendirmek için uğraş vermek istiyoruz. 15 Temmuz darbesine direnen halk olarak daha adil bir düzende yaşamayı hak ettiğimizi düşünüyoruz.

Demokratik, adil, insanlara, kimliklere, özgürlüklere ve emeğe saygılı bir Türkiye’nin taleplerini karşılayan yeni bir siyasete ihtiyaç duyuyoruz.

4) Askeri vesayet yok edilmelidir.

Askeri okullar özerk bir askeri sınıf yaratmak, bunun eğitimini vermek amacıyla açıldı. Askeri okullarda verilen eğitimle, asker toplumun itici ve tayin edici kuvveti haline getirildi. Yani, devletin nasıl olması gerektiğine asker karar verir oldu. Türkiye’de 1908 sonrasındaki modernleşme ve Cumhuriyet dönemi bu mantığı esas aldı. Toplumsal değişimi asker sınıfının önderliği biçimlendirdi. Küçük taşra kentlerindeki ‘garnizon modernliği’ bu metodun uzantısıdır.

Türkiye’de sivil taleplere karşı ‘rahatsızız’ diye darbe yapan askerler bu girişimlerini daima kendilerini siyaseti tanzim edecek, sivil siyaseti yönlendirecek bir konumda gördükleri için gerçekleştirdi. O askeri okul ‘doktrini’nin etkisiyle bu konuda kendisini görevlendirilmiş saydı. Orada kendilerine her şeyin üstünde, ötesinde oldukları öğretilmekteydi. Buradan hareketle askerî vesayet rejimi, topluma nizam vermek konusunda kendisinde her şeye hak ve güç buldu.

Böyle bir eğitimin demokratik bilinçle ilgisi yoktur. Askerin sivil iktidarla yasal olarak ilişkilendirilmesi demokrasiyle ilişkili olduğu manasına gelmez. O başka bir şeydir ve başka bir kültüre ihtiyaç gösterir. Bu bakımdan askeri okulların kaldırılması yerindedir, ama askerin demokratik sınırlar içine çekilmesi için daha pek çok gelişmeye ihtiyaç bulunmaktadır.

Darbeler geleneğinin sona erdirilebilmesi ve askeri vesayetin ortadan kaldırılması için askeri sistem yeniden yapılandırılmalı, askerlerin siyasi karar mekanizmalarındaki etkisi azaltılmalı, askerlerin ayrıcalıkları ve askeri yargı sistemi kaldırılmalı, Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı, ordunun bütçesi ve harcamaları şeffaflaştırılmalıdır.

5) Din ve vicdan özgürlüğü sağlanmalıdır.

Din ve vicdan özgürlüğü, herkesin doğuştan kazandığı ve kimseye izah etmek zorunda olmadığı temel bir özelliktir. Din ve vicdan özgürlüğü olmadan demokrasi ve hukuk devleti olmaz. Türkiye’de laiklik ise bir siyasal ideoloji, ulusalcılığın bir parçası oldu; dolayısıyla ortaya çıkan uygulamalar sonucu laiklik dinsizlik gibi algılandı. Esasında bir “sekülerlik” açığı olduğu için, laiklik ideolojik olarak öne çıkarıldı. Kuruluşundan bu yana aslında Türkiye kelimenin tam anlamıyla hâlâ demokratik ve laik olmadı.

Diyanet Teşkilatı da Cumhuriyet’in diğer kurumları gibi Kemalizm’in bir kurumudur. Hem din sopası hem de laiklik sopası ile halk baskı altına alınmaktadır. Dini bağlamdaki hoşnutsuzlukların giderilmesi için öncelikle Diyanet Kurumu yeniden düzenlenmeli, tüm dini gruplar bu teşkilat içerisinde veya dışında temsil edilmeli ve bu durum yasalarla güvence altına alınmalıdır. Devlet bireylerin dini inancına baskı yapamaz. Her inanç veya inançsızlık grubu örgütlenebilmeli, gruplara baskıyı da, grupların diğerlerine baskısını da devlet titizlikle denetleyerek engellemelidir.

Fedakârlık, ahlak, diğerkâmlık, vicdan, tolerans sadece Müslümanlara ya da Müslüman olmayanlara özgü değildir. Hangi kesimden olursa olsun, bu özellikler, bir araya gelmeyi gerektiren normal vatandaşlık halleri olmalıdır.

6) Kapitalist sömürüye karşı, işçiler ve emekçiler haklarına sahip çıkacaktır.

Kapitalizm, içinde yaşadığımız ve modern sanayi toplumu ya da kapitalist denilen toplumlardaki sadece geniş insan kitlelerini korkunç bir şekilde etkilemekle kalmıyor, şehirleri, kültürleri, doğayı sorumsuzca tahrip ederek gelecek nesilleri de tehlikeye atıyor. Ama biliyoruz ki, yaşadığımız, gördüğümüz, etkilendiğimiz bu gidişat bir kader değil, bunu değiştirebiliriz!

Kapitalizm altında insanlar sermayeye ve kazanmaya odaklandılar, yönetilen nesne oldular. Bu konuda Marx’tan Ali Şeriati’ye kadar oldukça farklı söylemlerde “mülkiyetçilik” ve “dayanışmacılık” arasındaki gerilimler anlatılmaktadır. Diğer dinlerde olduğu gibi İslamiyet de başlangıçta adaletsizliğe karşı savaş açmış olsa da, özellikle Muaviye ile birlikte süreç tersine döndü. Emevîlerden beri “hile-i şeriye” hep geçerli oldu. Hâlâ dayanışma içinde yaşayanlar olsa da, kapitalizm birçok kesime sirayet etti. Acil olarak yapılması gereken, geri döndürülemeyecek tahribata karşı direnmektir.

Kimlik merkezli meseleler arasında en az konuştuğumuz konu, ne yazık ki, sosyal adalet meselesidir. İş kazalarında (cinayetlerinde) çok sayıda insan hayatını kaybediyor. 15 Temmuz Darbesi, asıl olarak geniş halk kesimlerinin, işçi ve emekçilerin sokağa çıkması ve tanklara karşı direnmesiyle püskürtüldü. En büyük sendikal konfederasyonlar kalkışmanın başladığı ilk anlardan itibaren darbeye karşı direniş çağrısı yaptılar. Bu sendikaların işçi sınıfı içindeki ağırlığını düşündüğümüzde, işçi sınıfının büyük bir çoğunluğunun darbeye karşı direndiğini görmekteyiz. Bu nedenle emekçilerin haklarına yönelik kısıtlamalardan vazgeçilmeli ve emekçileri dikkate alan bir çalışma barışı gerçekleştirilmelidir.

7) Çevre ve kentleşme, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi gösterir.

Kentleşme, özellikle zorla boşaltılan köylerden Kürtlerin göçü ve kentlerde yeni emekçi sınıfların ortaya çıkması ile daha öncesiyle karşılaştırılamayacak düzeyde arttı. Toplumun sosyolojisi bu kitlelerin sosyalizasyon ve entegrasyon süreçlerine çok bağlıdır.

Görmezlikten gelinen ama gerekli önlemler alınmadığı takdirde gelecekte baş edilemez hale gelecek diğer bir önemli sorunumuz ise şehirleri giderek yaşanılamaz hale getiren çevre sorunudur.

Modern toplumların birçoğunda çok katlı binalarda yaşama oranı yüzde yirmilerin altındayken, büyük ölçüde daha yeni köyünden kopmuş olan toplumsal kesimler, çok katlı binalar da yaşamak gibi hoyrat, insanlık dışı ve yabancılaştırıcı bir mecburiyete duçar kılınmakta. Kentsel alanlar temelde “rant” alanı olarak görülüp, yükselen yeni muhafazakar seçkin sınıfın da büyük bir açlıkla ele geçirmeye çalıştığı alanlar haline geldi.

Çevre ve doğa sadece kalkınmacı ya da teknik bir paradigmatik yaklaşımla, “işe yarayıp yaramadığı” açısından ele alınmaktadır. Bu nedenle “ekoloji” sorunları üzerinde çok daha fazla durulmalı ve insanca bir hayat için bu haklar ısrarla savunulmalı ve korunmalıdır.

Her anlamda erozyona uğrayan ekolojiye dair haklar yasal olarak da güçsüzleşiyor. Önümüzdeki yıllar bu meselenin çok daha fazla gündemimize girdiği bir dönem olacak. Kent hakkını, kentte sosyal adaleti çok daha fazla düşünmemiz gerekiyor.

8) Kürt meselesi anayasal düzlemde çözülmelidir.

Darbeciliğin asıl sebebi olan askeri sistem içerisindeki egemen militarist bakış açısını değiştirmek için Kürt meselesinde devletin barışçı politikalara yönelmesi gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Kürtler yok sayılarak kuruldu. Sorunun çözümü için  Kürt halkının ve tabii ki toplumu oluşturan tüm halkların, toplumsal bir varlık olarak hakları üzerindeki kısıtlamalar ve yasaklamalar kaldırılmalıdır.  Eşit vatandaşlık hakkı ile çelişen unsurlar Anayasa’dan temizlenmelidir. Ana dilde eğitim en temel hak olarak hemen tanınmalıdır. Avrupa yerel yönetimler şartındaki çekinceler, demokratik toplumu daha da güçlendirmek üzere kaldırılmalıdır.

15 Temmuz Darbesine zemin hazırlayan en önemli gelişme, kuşkusuz ki Kürt sorununda savaş politikalarının devreye girmesidir. Darbenin akıllardan çıkması için atılacak adımların daha demokratik bir yöntem izlenerek, parlamentoda HDP’nin de katılacağı ve toplumun içselleştireceği bir şeffaflık içinde yapılması gerekir. Ama önemli olan, her girenin bir tür darbeciye dönüştüğü militarist ordu iklimini dağıtmak için, Kürt sorununda barış sürecinin devreye girmesi, Kürt halkının temel haklarının kabul edilmesi ve bu hakları güvence altına alacak bir demokratik anayasanın hazırlanmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin İttihat ve Terakki geleneğinden gelen yapılanmasını devralan tarihinin aynı zamanda bir darbeler tarihi olması, Kürt sorununda çözümün sürekli ertelenmesiyle doğrudan ilişkilidir.

9) Savaşçı politikalardan vazgeçilmelidir

Türkiye her ne kadar yıllardır iç politikasında savaşçı politik bir strateji uygulasa da, dış politikasında bundan uzak durmuştu. Ama şimdi bir ölçüde Suriye muhalefetine destek sağlamak gibi bir gerekçeden yola çıkarak da olsa, Suriye’de savaşçı bir dış politik stratejiye yönelmiştir. Sadece dışarıdan destekle kalan bu girişim, daha sonra ve yine iç politik endişelerin bir uzantısı olarak Suriye’de savaşa doğrudan müdahil olmuştur. Bu ise uzun yıllardır ABD’nin Türkiye ile Suriye’yi ve dolayısıyla Arap dünyasını ve İran’ı karşı karşıya getirme politikasının başarılı (!) bir sonucudur.

Türkiye bu politikaya karşı direndiği yıllarda hem Arap dünyasında, hem İran nezdinde, hem de batı dünyasında saygın bir konumdaydı ve gönül rahatlığıyla barışçı bir dünyanın savunusunu yapabilmekteydi. Şimdi ise bu saygınlıktan uzaklaştığı gibi uluslararası güçler denkleminde, yıllardır sakındığı ve sakındırdığı bir politik kaosun tam da içerisinde bulunmaktadır.

Savaşçı politikalar hiçbir sorunu olumlu bir biçimde çözmediği gibi, var olan sorunları daha da derinleştirmekte ve düşmanlıkları ise artırmaktadır.

Türkiye’nin daha henüz bu imkânı varken, bir an önce Suriye cehenneminden askerlerini çekmesi ve gerek bu ülkede, gerekse iç politikalarında barışçı politikalara dönüş yapması gerekir.

Adalet Zemini

1 Ekim 2016

İmzacılar:

  1. Atilla Aytemur
  2. Atilla Dirim
  3. Berrin Naz Önsiper
  4. Cemal Yardımcı
  5. Çağla Oflas
  6. Evren Ergeç
  7. Faruk Sevim
  8. Ferhat Kentel
  9. Funda Ata
  10. Hasan Fehmi Özer
  11. Hasan Uyar
  12. İbrahim Sediyani
  13. Kemal Başak
  14. Kuban Kural
  15. Meltem Oral
  16. Murat Erkman
  17. Nazif Kapusuz
  18. Nurten Eliaçık
  19. Nuran Yüce
  20. Ozan Tekin
  21. Ömer Faruk Gergerlioğlu
  22. Roni Margulies
  23. Sinan Kurban
  24. Şenol Karakaş
  25. Şevki Evrendilek
  26. Talat Ulusoy
  27. Tarkan Tek
  28. Ufuk Uras
  29. Ümit Aktaş
  30. Volkan Akyıldırım
  31. Yasin Altıntaş
  32. Yıldız Önen
  33. Zeynep Tanbay
Share.

About Author

Comments are closed.