Cem Somel:
Ödeme planı varsa borçlanma makuldür. İlânihaye borç biriktirilmez. Bir borç stokunu ilânihaye çevirmek de mümkün değildir.
2000-2007 yıllarında ABDde düşük faiz politikası uygulandı. ABDde hane halkının, firmaların, bankaların aşırı borçlanması buhrana yol açtı. Buhran 2009da dünya çapında yüzde 2 üretim daralmasına sebebiyet verdi. O zamandan beri tüm merkez ülkelerinde merkez bankaları faiz oranlarını iyice düşük tutmaktadır.
Türkiye’de özel sektör 2001 buhranından sonra merkez ülkelerinde nispeten düşük faiz oranlarından istifade ederek borç biriktirdi. Merkez ülkelerinde finans kurumları da bizdeki nispeten yüksek faiz oranlarına tamah ederek Türkiye’de finansal varlıklar edinegeldi. Ancak merkez ülkelerinde iktisadî durgunluk ve karamsarlık Türkiye’ye tasarruf akımını yavaşlattı.
Merkez Bankasının son verilerine göre 2016 Kasım sonunda Türkiye’de yerleşik olmayanların ülkemizde portföy varlıkları (tahvil bono hisse senetleri) 144 milyar dolardı. Yerleşik olmayanların Türkiye’de bankalarda mevduatı 45 milyar dolardı. Yerleşik olmayanların ülkemizde çok kısa sürede çekebilecekleri bu varlıkların toplamı 189 milyarı buluyor. Bankaların ve diğer özel sektörün dış kredi borçları caba. Merkez bankasının (döviz, altın vs.) rezerv toplamı 114 milyar dolardı.
Türkiyede benim bildiğim hiçbir siyasî partinin dış borç ödeme projesi yok. Oysa Türkiye’de yerleşik olmayanların toplam varlıkları 570 küsur milyar dolar. Yabancı firmaların Türkiye’de üretim ve ticaret tesislerinin kalıcı olduğunu varsayıp çıkarsak dahi, 440 milyar yüküm kalıyor. Buna karşılık 2015 yılında Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hâsılası 718 milyar dolardı. (Bu, piyasa kuruyla TLyi dolara çevrilmiş GSYİHdır. Ürettiğimiz hâsılanın dünyada piyasalarındaki değerini gösterir.)
Bu kadar dış yüküm nasıl ödenir? Bir seçenek dış ticaret fazlası vererek ödemektir. Dünya ekonomisinde talep durgunluğunun sürmesi hâlinde dış ticaret fazlası vermenin yolu işgücü maliyetini Çin’deki seviyeye düşürmektir: çok düşük reel ücret, artan iş yeri kazaları vs. Ya da dış yüküm, toprak satarak veya Topkapı Sarayı gibi varlıkları satarak ödenir.
İşin adalet yönüne bakarsak:
Türkiyede kur atışı hızlanırsa devlet bermutad IMFden borçlanacak, IMFden temin ettiği dövizi özel sektöre satacak, özel bankalar ve şirketler dış yükümlerini ödeyecek; özel bankaların ve şirketlerin kararlarıyla biriken dış borcu sonunda devlet vergi gelirlerinden, kamu hizmetlerini kısarak ödeyecektir.
Büyük oranda süratli kuru artışı küçük ve orta sermaye sahiplerini mağdur etmektedir. İşten çıkarılan işçileri ve ailelerini mağdur etmektedir. Buna mukabil ucuz iken döviz satın alıp biriktirenler vurgun yapmaktadır.
Ekim sonu itibariyle yerleşiklerin birikmiş döviz cinsinden varlığı 100 milyar doları aşıyordu. Döviz kuru yükseldikçe 100 milyarın sahiplerinin TL cinsinden serveti, sermayesi artmaktadır. Dış borçlanmanın sebep olduğu süratli kur artışına yol açan süreçten istifade edenlerle kur artışından mağdur olanlar farklı toplumsal gruplar olmaktadır.
İktisat politikasında adaleti gözeten bir devletin herhâlde buhranlara yol açan süreçlere cevaz vermemesi gerekir. Kontrolsüz borçlanmanın, ithalatta kontrolsüzlüğün ve kontrolsüz lüks tüketim eğiliminin tekrar tekrar döviz buhranlarına sebep olduğu çok iyi bilinmektedir. Israrla bu kontrolsüzlüğü tercih eden makam sahipleri acaba hangi lobileri kayırmaktadır?
Planlı bir şekilde üretim kapasitesini artırmak için dışarıdan borçlanıp, dış borcu artan üretimden sağlanan döviz geliriyle ödemek başkadır.
Ödeme planı yapmadan borçlanan toplumlar bir süre bedelini ödemeden başka toplumların ürettiği hâsıladan hem tüketim hem de yatırım yapmanın safasını sürer. Ama sonunda Osmanlı gibi, Yunanlı gibi toprağından ve egemenliğinden tavizler vermek zorunda kalır. Ve borçlanarak tüketim yapan nesil, evlâtlarına borç ödeme külfeti miras bırakır. Osmanlı Devletinin yaptığı gibi.