Türkiye’de Barışın İmkanları Paneli
Adalet Zemini İzmir Gönüllüleri, Ege Üniversitesi eski öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Nilgün Toker’in, Muş Alparslan Üniversitesi eski öğretim görevlilerinden Fatma Bostan Ünsal’ın ve Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı M. Arif Koçer’in katılımıyla “Türkiye’de Barışın İmkanları” panelini gerçekleştirdi.
M. Arif Koçer’in açılış konuşmasında barışın lanetli bir kelime ilan edildiği bir siyasi ortamda çok zor bir iş yapmaya çalıştığımız, ama barıştan başka çıkış yolumuz olmadığını da bildiğimiz vurgulandı.
“Daha önce yaptık, barışın imkanı dediğimiz şey gerçek oldu, olacak gibiydi… yeniden yapabiliriz.”
Nilgün Toker barış ve ihtimal sözcüklerini bir felsefeci olarak açıkladı. Önce barışın ne olduğu, sonra da bir şeyin imkanı derken neden bahsedildiği konularını açtı. Barışın sadece savaş kavramının tersi ya da zıttı, en genel haliyle savaşın olmama hali diye açıklanamayacağını,. ancak, her türlü toplumsallığın temelinde yatan bir şey olduğunu, toplumun kurucu kavramı olduğundan söz etti. Toplumu toplum yapan şeyin barış içerisinde bir arada yaşamak meziyeti olduğunu, bu meziyete sahip değilse orada toplum olmadığını söyledi. Toplumun var olma nedeninin ortadan kalktığı bir durumda da, barışın, toplumun yeniden inşası ya da toplumu yeniden var etmek anlamına geldiğini söyledi. Barışın sadece savaşın olmama hali değil, bir arada yaşayabilme muktedirliğinin ta kendisi olduğunu, böyle tarif edildiğinde de toplum olarak var olmak istiyorsak barışı talep etmek zorunda olduğumuzu ifade etti. Barışmanın önkoşulunun demokratizasyon olduğunu, toplumsal mutabakatın ancak böyle sağlanacağını, oysa geldiğimiz noktada demokratikleşmeden tümüyle vazgeçilmiş olduğundan söz etti. İmkanınsa, zorunlu olan şeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu söylemek olduğunu, bir toplumsallığın inşası için barışın zorunlu olduğunu, ama gerçekleşmesinin zorunlu olmadığını söyledi. Evrenin olmasının bir imkan, bunu gerçek yapanın da, o imkanı gerçek yapmak isteyen bir öznenin varlığına bağlı olduğunu, bir imkandan bahsediliyorsa, bir mümkünü gerçek yapan insanların, öznelerin varlığından söz edilmesi gerektiğini dile getirdi. Sözlerine “Barış talebini barışın zorunluluğunu ifade edenlerin görünmezliği savaşın taraflarını güçlendirir nitekim öyle oldu. Şimdi, galiba barışı talep ettirmeye başlamanın koşullarının ne olduğunu düşünmemiz lazım, savaşın yarattığı şiddet zulüm ve zorbalığın altında en kolay olarak barışı duyulmaz yapan şeyden kurtulmamız lazım. Bunun korku olduğunu sanmıyorum. Sadece savaşın yarattığı zulümden korku olduğunu zannetmiyorum. Ek olarak bir de çaresizlik duygusunun buna eklendiğini kanaatindeyim. İnsan hafızası bugünler için lazımdır. Sadece hatıraları düşünmek için değil. Yeniden yapabildiğimizi öğrenmek için, yapmak için lazımdır,” diyerek devam etti. Sözlerini şu anda barışın önündeki en önemli engelin kendisini savaş aracılığıyla kendi iktidarını konsolide eden bir hükmetme tarzı olduğunu, savaşı kendi iktidarının sürdürülmesinin aracı yapan her türlü hükümranlığın durdurulması gerektiği,.bunun için de bu kez gerçekten barış isteyenlerin hep beraber bir şey yapması gerektiğiyle bitirdi.
“Bu topluma barış gelecekse biz isteyeceğiz, bu toplumsal bir talebe dönüşecek ve barışı inşa edeceğiz. Bütün güçlüğüne katlanarak inşa edeceğiz.”
Fatma Bostan Ünsal ise karşılaştırmalı siyaset biliminde barış süreçlerinin ne gibi ortak problemleri olduğunu, ne gibi açılımlara, imkanlara sahip olduğundan bahsetti. Bu örneklerden Kolombiya barış sürecinde savaşan tarafların anlaşma yaptığını, referanduma gittiklerini, ancak halkın onay vermediğini, ama barışı yapanların kendilerini bununla sınırlamayıp başka bir barış anlaşması yaptıklarını ve bu sefer tekrar halka gitmeden kendi barışlarını sürdürdüklerini anlatarak sözlerine devam etti. Bu örnekten başlayarak barış süreçlerinin en büyük probleminin barış aktörlerinin siyasi desteğinin zayıflaması, halk desteğini kaybetmesi olduğunu dile getirdi. Barış görüşmelerine bakıldığında, bir başka hususunda kadınlar olduğunu dile getirdi. Kadınların çatışmalı sürecin en büyük mağdurları olduğunu, bu süreçte şiddetin arttığını ve kadınların da bu şiddet ortamında en büyük mağdurlardan biri olduğunu söyledi. Başarılı olmuş barış süreçlerinde kadınların bulunduğunu, çatışan tarafların tümünde de kadınların yer aldığını, barış müzakerelerinde bir araya gelen gruplar arasında dile de hakim olarak formüllendirmeye, yani barış müzakerelerinin yazılımına da katkıda bulunduklarından bahsetti. Bu konuda “Yani, kadınların hem bu çatışmalı süreçte, şiddetin daha yoğun olması dolayısıyla mağdur olmaları, hem de ayrıca başarılı olmuş barış süreçlerinde kadınların payı olduğunu söyleyelim,” dedi. Müzakere konusunda uluslararası ortamın çok önemli olduğuna değinen Ünsal, “İlk kez bir Amerikan başkanı barış görüşmelerinin taraftarı” diyerek Kolombiya deneyimini örnek verdi. Kolombiya’da son barış görüşmelerinde askerlerin de olduğunu, askerlerde olduğu gibi yani barışı hiç istemeyen grupların da bu barış süreçlerine katılması gerektiğini, örneğin FARC’nin içinde bazı grupların barış istemediğini, ama süreç içinde barışa taraftar olduğunu dile getirdi. Barışı sürekli hatırlamanın,barış için sabır göstermenin öneminden de söz eden Ünsal, “Ebedi bir savaşa sabır anlamında değil, sürekli hatırlayacak ve bunun peşinde koşacak bir sabır olarak anlıyorum, dedi. Toplumsal desteğin olmasının içinde çeşitli adımların atılması gerektiğini, ancak bunun Türkiye’de hiç yapılmadığını söyleyebiliriz yani toplumsallaşması için, toplumsal bir talep haline gelebilmesi için uğraşılmadığını söyledi. Barışın yolunun kolay olmadığını, kendi gardlarımızı alarak barış süreçlerine katılmak ve her adımda bunu kuvvetlendirmek gerektiğini, barışın toplumsallaşmasının önemli, sabrın önemli, barış ve insan hakları literatürünün beraber işlemesinin de önemli olacağını dile getirerek konuşmasını bitirdi.
“Ne barışın gerçekleşemez olduğu, ne de savaşın kaçınılamaz olduğu düşünülmeli.”
İzmir gönüllülerimizden olan M. Arif Koçer, hukukçu ve ilahiyatçı kimliğiyle savaşın hiçbir insani, hatta İslami gerekçesi olmadığını söyleyerek sözlerine başladı. İslam dininin “savaştığınız insanlar barıştan yana olursa siz de barıştan yana olun ve Allah’a güvenin” emriyle hasım olan savaştığınız bir kesim barışa döndüğünde, İslam’ın savaşa devam etme şansı olmadığını dile getirdi. 1984’ten beri düşük yoğunluklu bir savaşın yaşandığı ülkemizde barışı nasıl inşa edeceğiz? Akim kalan, sonuçsuz kalan barış sürecinden sonra yeniden barışı inşa etmek mümkün mü? Bunun için ne yapmak lazım? gibi soruların cevabının dünya üzerindeki barışla neticelenmiş, “Ne yaptılar ki barışa ulaştılar” çalışmalarının tahlil edilmesinde yattığını belirtti. “Ne kadar kanlı ve zor, hatta ne kadar eski olursa olsun, çözümlenemez çatışma olduğunu düşünmemek lazım,” diyerek sözlerine devam eden Koçer, her çatışmanın çözüme kavuşturulabilir olduğunu, bununsa çözümü talep eden ciddi ve kuvvetli bir iradeden geçtiğini belirtti. “Bu topluma barış gelecekse biz isteyeceğiz, bu toplumsal bir talebe dönüşecek ve barışı inşa edeceğiz,” diyen Koçer teröristlerle konuşulmamalı gibi bir ifadenin, boş ve anlamsız olduğundan, barış için savaşan her tarafla görüşülmesi gerektiğinden söz etti. Yapılacak tek şeyin, ne kadar ürkütücü, ne kadar zalim, vahim işler yaparsa yapsın mutlaka muhatabıyla müzakere etmek ve uzlaşmaya çalışmak olduğunu da sözlerine ekledi. Müzakerede bulunmanın da zayıf olmanın belirtisi değil, bunun güçlü bir ülke olmanın ifadesi olduğunu, siz güçlü bir otoriteyseniz, kadim bir devlet geleneğiniz varsa, özgüveninizin de bir yansıması olduğunu söyledi. Siyasi sebebi çözmedikçe, onun sonucu olan örgütü tümüyle yok etseniz bile işin bitemeyeceğini, bir süre için donduracağını da belirtti. Müzakerenin nasıl inşa edileceği konusunda da taraf olan herkesle konuşulması gerektiğini, barışı inşa etmek için, ne kadar taraf varsa hepsiyle konuşulması gerektiğini söyleyerek sözlerine devam etti. Barış müzakereleri için güvenin de öneminden söz eden Koçer, barışın inşası için iki tarafın güvenilir muhataplar bulması gerektiğini söyledi. Müzakerenin çok açık seyretmesi gerektiğinin yanlış bir algı olduğunu, iki tarafın şahinlerinin engel olmaması için bunun gerekliğini de vurguladı. Müzakerenin siyasetten ayrı bir şey olmadığını, hem siyasetin müzakereye, hem de müzakerenin siyasete etki ettiğini belirtti. Toplumun hiç kabullenmeyeceği bir içerikle, bir sonuçla ortaya çıkıldığında bunu topluma kabul ettirmenin mümkün olmadığını söyledi Müzakere konusunda güvenilir üçüncü tarafın da fevkalade olumlu katkı yaptığından ve üçüncü tarafın olduğu barış müzakereleri yüzde 50 daha fazla sonuca gittiğinden bahsetti. Takıldığınız zaman bazen o konuyu geniş kapsamlı ele alıp o görüşmenin devamını sağlamanın gerekliliğinden söz eden Koçer “Kesildiği zaman barış görüşmesi, yeni bir kalkış çok daha güç olabiliyor, bugün Türkiye’de yaşadığımız gibi, diye sözlerine devam etti. Müzakerenin münazarayla karıştırılmamsı gerektiğini, münazaranın ötekini alt etmeye çalışmak, müzakereninse uzlaşmaya çalışmak olduğunu dile getirdi.Sözlerini bütün çatışmalar çözümlenebilir olduğunu, ebedi olmasına izin vermenin bir mazereti olamayacağıyla bitirdi.
Ardından, üç konuşmacı da barış görüşmeleri yapmaktan başka çare olmadığını, dünyanın neresinde olursa olsun, deneyimlerin insanlık mirası olduğunu ve yine dünyanın neresinde olursa olsun bunların kullanılması gerektiğini söyledi. Soru cevap bölümünün ardından panel sona erdi.