İslam Özkan
Irak Kürdistanı’nda yapılan referandum, bir çok kesimin İslami ilkeler ve ümmet kardeşliği perspektifinin samimiyet testinden geçtiği bir momentuma tanık olmakta. Savrulmalar tek taraflı değil. Kimi, yüzyıllardır Kürtlerin bir devlet sahibi olmamasından hareketle bu yeni yapının meşruiyetini savunup ulus-devletin bu coğrafyanın yapısıyla uyum sorununu ıskalarken diğer bir kısım İslamcı ise bütün bu ulus-devletlerin bulunduğu uluslararası sistemi gayri meşru gördüklerini ilan ettikleri halde muhalefetlerini sadece yeni kurulacak olan bu devlete teksif etmektedir. Teorik olarak bütün ulus devletlere karşı olduklarını ilan etseler de pratikte yasadışı ilan ettikleri rejimlere karşı en ufak bir direniş sergilemedikleri gibi tersine bu yapıyla bütünleşme noktasında bir beis görmüyorlar. Ya da Hükümet ya da onun lideri sanki devletten ayrı bir şeymiş gibi bir varsayımdan hareketle hükümetleri sahiplenip devletleri lanetliyor, nihayetinde birincisiyle büyük ölçüde benzeşen bir tutum ortaya koyuyorlar.
Biri geç kalmış bir milliyetçilik temelinde duruşunu inşa ederken karşı tezi savunan kesim ise kendi ulus devletine gösterdiği anlayış ve hoşgörünün çok küçük bir parçasını bile içinde yaşadığı devletin bir benzerini kurmaya çalışan kardeşinden esirgiyor.
Kürdistan referandumuna salt bu çerçevede yapılan yaklaşımlar bile İslami düşüncenin her anlamda kendini yenilemesi, kabuk değiştirmesi ve ıslah etmesi gerektiğini göstermesi açısından oldukça önemli. Islah, salt inhiraflarla birlikte ortaya çıkan bir durum değil. Olduğunuz yerde durmak, statükonun sözcüüğüne soyunmak, hayatın akışındaki dinamizden kendini mahrum etmek de düşüncenin doğruluğundan veyahut yanlışlığından bağımsız olarak ıslahı/düzelmeyi gerektiren durumlar içerisinde değerlendirilir.
Bir başka ifadeyle, insanlık tarihi içerisinde zamanın ruhunu yakalayamamış, yaşadığı dönemin sorunlarına çözüm üretmekten aciz, kendisinden yüzyıllar öncesinde yazılmış fıkıh kitapların metodolojisini günümüze içtihadi bir yaratıcılık ve estetikle uygulamak yerine o dönemlerde ulaşılan hazır sonuçları kopyalamakla ve bugüne birebir aktarmakla iktifa eden anlayış ya da kafa da ıslahı muciptir.
Bir toplumun, bir dönemin ya da bir coğrafyanın sorunlarına çözüm üreten uluslar, devletler, toplumlar o coğrafyaları, dönemi veya toplumu yönetebilir, yönlendirebilirler. Seyirci kalanlar ise alemi seyreylemeye devam ederler.
Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi
Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni
Şiirin metafizik anlamı bir yana seyreylemek bile bir eylemliliktir. Gerçek bir seyir eylemi yani gözlem, tanıklık ve müşahade de bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biridir. Seyreylemek bile bir eylemlilik içerisinde olmayı, yenilenmeyi ve çağın ruhunu kavramayı gerektirir. Çağın ruhunu kavramak ise asla çağın değerleriyle topyekun bir bütünleşmeye indirgenemez ve bu şekilde algılanamaz. Örneğin ulus-devlet olgusu ve millet kavramı, modern yüzyılın ortaya çıkardığı sorunlardır. Binaenaleyh bu olgu ve kavramları bütünüyle sahiplenmeden aşmaya çalışmak, İslam’ın öngördüğü temel prensiplere uygun düşen bir yaklaşımdır. Dolayısıyla benimsemeden yüzleşmek, sahiplenmeden aşmak gerekli olan tutumlardır. Ve bu tutumlar da herhalükarda içinde yaşanılan çağın kavranmasını, doğru algılanmasını gerektirir. Aşma çabası, anlamanın ve çözümlemenin bizatihi kendisidir.
Kürdistan referandumuna bu perspektiften bakıldığında, İslam’ın ümmet kardeşliğinin öngördüğü devlet modeli dışında kalan bütün yapılara kategorik olarak karşı çıktığını ifade eden yaklaşımın en az herhangi bir etnisite temelinde inşa edilecek bir siyasal formasyonu, en yüce ideali olarak gören kesimlerin yaklaşımı kadar ilkel ve bir o kadar islam dışı olduğunu görürüz.
Yapılması gereken müslümanların 90’lı yıllarda ve öncesinde yaptıkları gibi teorik bir tartışma başlatarak ulus-devletin temellerini, hangi sosyo/ekonomik faktörlerden ortaya çıktığını, onu var kılan Avrupa’daki Vestfalya sisteminin neler getirdiğini, ulus-devlet Kartezyen düşünce ilişkisini ve oradan modernliğe ulaşan çizgiyi tartışmak, post-modern dönemin ulus-devleti hangi temelde sorguladığını ve nasıl bir dönüşüm öngördüğünü anlamaktır. Bu tartışamalar sonucu kendini açığa vuracak olan düşünsel zenginliktir ki bizi felaha götürecek olan odur. Bu anlamda yaşanacak olan düşünsel serüven zaman içinde elle tutulur somut meyveler verecektir. Bu anlamda böyle bir entellektüel macera, salt teorik bir çaba olarak algılanamaz.
Nihayet, İslam düşüncesinin taşıyıcısı olan biz Müslümanların en büyük görevinin ulus-devlete islami bir daire içerisinde nasıl bir alternatif üreteceğimiz meselesini açımlamak olduğunu unutmamalıyız. Ancak büyük çoğunluğu iktidara eklemlenmiş olan dindar kesimin entellektüel kısırlığı bir yana, tamamen kendini güncel tartışmalara kaptıran, devletin beka sorununu islam’ın beka sorunuymuş gibi lanse eden ümmetin güzide evlatlarının bu reelpolitik aşkı, maalesef gerçek ve verimli bir tartışma zeminini ortadan kaldırmaktadır.
Teorik olarak mücahitliği kimseye kaptırmayan ancak Pratik zeminde İslam’ın “i”siyle bile ilgili olmayanların iş ahkam kesmeye geldiğinde mangaldaki külü rüzgara savuran külhan beyi tavırlarının artık bıktırıcı olduğunu, bu ilkel islamcılığın 80 öncesi dönemde kaldığı ve soğuk savaş jargonuyla artık bir yere varmalarının mümkün olmadığını anlamaları gerekiyor. O dönemden bu yana köprünün altından çok sular aktı ve biz, sağ-sol çatışmasının olduğu, ABD-Sovyetler arasınaki soğuk savaş ikliminin hakim olduğu bir çağda yaşamıyoruz. Hem teorik ve akademik planda hem de bal gibi güncel politik tartışmalar içerisinde “Çok hukukluluk”, “Medine Vesikası”, “Geleneksol toplum-Modern toplum dikotomisi”, “Ulus-ötesi devlet” gibi bir çok kavramlara ilişkin tartışmaları duymamazlıktan gelerek millet-ümmet çelişkisine bir açılım getiremeyiz.
Ancak, İslam dünyasında ve ülkemizdeki fikri kısırlık ve düşünsel/felsefi olanı bütünüyle reelpolitiğe indirgemeden politik olanın da hakkını vererek bir tutum geliştirilmesi de elzemdir. Kürdistan’ın kurulmasına İsrail’in verdiği desteği, zaten bölünmüş olanın yeniden bölünmesinin beraberinde getireceği handikapları, yeni kurulacak olan yönetimin en az diğer ulus-devletler kadar hatta onlardan da kirli olacağı realitesini görmeden, göz önünde bulundurmadan bir analiz elbette hükümsüz olacak, en azından ulaşacağı sonuçlar hali pür melalimize derman olmayacaktır.
Ulus-devlete olan haklı karşıtlığımızı Kürt devletine ya da Kürtlere olan düşmanlığa indirgemeden, İslami kardeşlik ve ümmetin birlikteliği çizgisini bu çağda uygulanabilir bir siyasal forma dönüştürecek entellektüel zemini oluşturmayı ihmal etmeden, “nasıl bir devlet?” sorusuna kolaycılığa kaçmadan yanıt verecek bir mücadelenin içinde hamlıklarımızı, kofluklarımızı, yetersizliklerimizi sorgulayarak İslami bir dünya inşa etmeye, yepyeni bir hayatı ilmek ilmek örmeye var mısınız?
Bu yazı İslami Analiz web sitesinde yayınlanmıştır.