Yıldız Önen
2013 yılında başlayan Çözüm sürecinin bitmesi, bizi çatışma ortamına geri dönderdi. Bu ortamda demokratik siyasetin kanalları tıkandı. Binlerce insan öldü, on binlerce insan yerinden yurdundan oldu, ırkçılık geçer akçe haline geldi, şehirler yıkıldı, kent merkezlerinde bombalı saldırılarda yüzlerce insan yaşamını yitirdi, ekonomik olarak fakirleştik, silahlanmaya daha fazla para harcamaya başlandı.
Darbeciler, kendilerine çatışma ortamında güçlü bir zemin buldular, 15 Temmuz’da darbeye kalkıştılar.
90 kusur yıllık cumhuriyet tarihinde, Oslo ve Çözüm Süreçlerinde ilk defa barış için ciddi denemeler yapıldı.
Bugün uzaklaşılan çözüm süreci, tam da barış yönünde atılan ve halkın ezici çoğunluğu tarafından desteklenen bir büyük siyasi adımdı, çok kıymetliydi.
Öncesi ve Sonrası İle Dolmabahçe Süreci
Kürt sorununda barışçı çözüm arayışlarının en önemlisi belki de 2013 yılında başlayan Çözüm Sürecidir.
Çözüm süreci, 28 Aralık 2012’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Öcalan ile görüşüldüğünü açıklaması ve BDP heyetinin İmralı ziyaretleri ile başladı.
2013 Newrozu’nda Diyarbakır’da düzenlenen mitingde, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan aracılığıyla bizzat Öcalan tarafından silahlı mücadelenin sona erdiği, demokratik mücadele sürecine kapı açıldığı çağrısı yapıldı.
Hemen ardından KCK ateşkes ilan etti.
Hükümet tarafından çözüm sürecine katkıda bulunması ve halkı bilgilendirmesi amacıyla 63 kişiden oluşan Akil İnsanlar Heyeti kuruldu.
Hükümet, PKK’nın silahlı güçlerini sınır dışına çekmesini, silahı Türkiye’de bir bütün olarak bırakmasını talep etti. Bu talep PKK tarafından kabul edildi ve silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi başladı.
Savaşın, ölümlerin, kanın durması nedeniyle İmralı, Kandil, Ankara arasında devam eden görüşmelere toplumdan önemli oranda destek geldi.
Parlamentoda AK Parti ve BDPli milletvekilleri tarafından Çözüm Süreci Komisyonu kuruldu, Başbakan Akil insanlar Heyeti ile toplantılar düzenledi, bölgede gelişen bir dizi gerilime rağmen çözümde ısrar edildi.
Tüm eksikliklere, 30 yıllık savaşın ağır yüküne rağmen çözüm çabalarının kendisinin kıymetli olduğuna dair genel bir atmosfer oluştu.
Yaşanan onca acılı süreçlerden sonra barış ortamının değerini gören insanların bundan vazgeçmeyeceği ve tarafları bu baskının masada tutacağı öngörüsü vardı ama maalesef bu öngörü 2,5 yıl içinde tuz buz oldu.
Akil İnsanlar Heyeti’nin 26 Haziran 2013’teki son toplantısında Başbakan Erdoğan’a sunduğu rapor; tekrar şiddet sarmalına dönülebileceğinin ilk işaretlerindendir. Raporda, bölgede devletten beklentilerin yüksek olduğu, bu beklentilerin yerine gelmemesinden kaynaklı hoşnutsuzlukların yayıldığı yazılıydı.
Çözüm sürecinin zayıflıkları vardı: plansızdı, muğlâktı, iniş çıkışlar oldu, denetimci bir üçüncü göz yoktu, sürecin adı sürekli değiştiriliyordu, İmralı görüşmeleri aksıyordu, demokratik gösterilerde emniyet güçleri aşırı güç kullanabiliyordu, örgüt militanları süreci zora sokacak çeşitli eylemler yapıyordu.
Ama bütün bunlara rağmen çözüm süreci devam etti, 28 Şubat 2015’te üzerinde mutabakata varılan Dolmabahçe Deklarasyonu ile en üst boyutuna ulaştı.
Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde Çözüm Süreci’nin tarafları ilk kez kameralar karşısına çıktı, açıklamalar yapıldı. Hükümeti Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu temsil ederken, HDP İmralı Heyetini Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan temsil etti.
İmralı Heyeti adına yazılı metni okuyan Sırrı Süreyya Önder, Kürt meselesinde diyalog sürecinin “resmî, ciddi ve sorumlu” bir aşamaya geldiğinin altını çiziyor, gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesini şöyle aktarıyordu: “Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.’’ Ardından ‘’Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır’’ denilerek on iki maddelik özgür vatandaşlık, demokratik siyaset ve çözümün gerekleri sıralanıyordu.
Önder gibi yazılı bir metni esas alarak açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da“çözüm sürecinde önemli bir aşamaya” gelindiğini onaylıyor, Başbakan’ın başkanlığında çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ele aldıklarını vurguluyordu. “Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli gördüklerini” ifade ediyor, “temel hak ve özgürlükleri daha da geliştirmek, hakça ve kardeşçe bir ortam hazırlamak ancak bütünlüğe katkı sağlar. Vatandaşlarımızın aidiyet duygusunu daha da geliştirir. Temel sorunlarını geride bırakan Türkiye, küresel ve bölgesel bir güç haline gelecektir.” diyordu. Başbakan Yardımcısı Akdoğan, esas olanın uygulama olduğunu ve sürecin ete kemiğe bürünmesi için somut gelişmelerin yaşanmasının önem taşıdığını vurguluyordu.
Dolmabahçe’de yapılan açıklamalar, yeni anayasa çerçevesinde çoğulcu demokratik bir sistem etrafında müzakerelerin yürütülmesi karşılığında “silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik karar almak üzere PKK’nın kongreyi gitmesi” konusunda tarafların bir mutabakata vardığını gösteriyordu.
Çözüm sürecinde diyalog evresinin aşılıp gerçek manada çözüme dönük çalışmaların devreye girmesi anlamını taşıyan Dolmabahçe mutabakatı ne yazık ki iktidar ve güç mücadeleleri arasında kendine yer bulamadı, mutabakat maddeleri uygulanmadı. Oysa ortaya konan çerçeve Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve tüm yurttaşların eşit ve refah içinde yaşayabilmesinin yollarını oluşturuyordu.
Cumhurbaşkanının 20 Mart 2015 tarihinde yaptığı “İzleme Heyeti’nden haberinin olmadığını” ve “bu olaya olumlu bakmadığını” açıklaması sürecin zora girmekte olduğunun ilk işareti oldu.
21 Mart 2015’te Öcalan, Diyarbakır’da okunan Newroz mesajında silahlı mücadeleyi bırakmak adına PKK’ya kongreyi toplama çağrısında bulundu. Kongrenin toplanmasını, milletvekilleri ve İzleme Heyeti’nden oluşacak bir “Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu”nun kurulması şartına bağladı.
Ardından 22 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe toplantısını doğru bulmadığını tekrar açıkladı.
7 Haziran seçimlerine giden süreçte patlayan bombalar, HDP’ye yapılan saldırılar ve 7 Haziranda ortaya çıkan Meclis aritmetiği gerginliğin iyice artmasına neden oldu.
Ardından 22 Temmuz 2015’te Şanlıurfa’nın Ceylanpınar İlçesi’nde, 2 polis memurunun şaibeli bir şekilde evlerinde başlarından tabancayla vurularak öldürülmesinden 2 gün sonra, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar Irak Kürdistan Bölgesindeki PKK kamplarını bombaladı.
1 Kasım 2015 seçimlerinde AK Parti’nin tek başına hükümet kurması çözüm sürecinin yeniden gündeme getirilmesine ortam yaratmadı. Üstelik Suriye’de yaşanan Rojava sürecinin tehdit olarak algılanması çözüm çabasını iyice zora soktu. Kürt kentlerinde yaşanan özerklik ilanı ve ardından gelen hendek savaşları, sokağa çıkma yasakları meseleyi geçmişteki çatışmalı günleri aratacak hale getirdi.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL sürecinde belediyelere kayyum atandı, HDP eş başkanları ve milletvekilleri tutuklandı. 3 binden fazla KESK üyesi işten atıldı. KCK üyesi olduğu gerekçesi ile binlerce kişi tutuklandı.
Karanlık günlerin yaşandığı bu sancılı atmosfer o her yanından eleştirilen çözüm süreci döneminin ne denli kıymetli olduğunu ve en kötü çözüm sürecinin savaştan iyi olduğunu hepimize bir kez daha gösterdi.
Sonunda dönülecek yerin barış masası olduğunu biliyoruz. Yaşanan çatışma ortamını sonlandırmak için, vicdanlı, barışsever ve adaletli yurttaşların inisiyatifinin güçlenmesi gerekiyor. Bunun için çaba göstermekten başka bir yol yok. Bugün hala barış, çözüm ve diyalog dışında her şey deneniyor. Ama bizler barışı denemekten vazgeçmemeliyiz.
Bu sunum Adalet Zemininin 3 Haziran 2017 tarihli toplantısında yapılmıştır.