31 Temmuz 2017 – Tarihin Kırılma anı: Aksa olayları

0

İSLAM ÖZKAN

Mescidi Aksa açısından ‘Kırılma anı’ dediğimiz şeyse İslam dünyasındaki Arap isyanlarıyla birlikte ortaya çıkan iç savaş trendinin düşüşe zorlanması ya da baskılanmasıdır. Artık Arap ve İslam dünyasındaki halklar, otoriteden bağımsız yapılar, sivil kurumlar iç savaşların sonu gelmez bir bataklık ve kısır döngüden başka bir şey getirmediğini anladı. Buradan çıkışın ise ancak Filistin davasında kenetlenmekten geçtiğinin de farkında.

Tarihteki dönüşüm noktaları, genelde insanlık tarihinin akışında bir şekilde kemikleşme emaresi gösteren tarihsel momentlerde çatlamaların oluşmaya başladığı andır. Biz buna aynı zamanda kırılma anı diyoruz. Ancak kırılma anı, dönüşümün pat diye aniden başladığı an anlamına gelmiyor. Kırılma noktasını besleyen gelişmeler, bu kırılma anının alt yapısını hazırlar, alttan alta aslında genel eğilimle çelişkili ve ona zıt olan başka bir akış vardır. İşte bu an, aslında o genel eğilime ters akışın su yüzüne çıkmasından başka bir şey değildir. Artık o güne kadar ana sosyolojinin dışında görülen şey, kırılma anından itibaren sosyoloji tarafından makbul ve makul bir tutum olarak kabul edilmeye başlanır.

Mescid-i Aksa olayları da İslam dünyasında filizlenen Arap isyanlarından bu yana, meydana gelen en önemli tarihi momentlerden biri. Bu, şu dönemde yaşanan en büyük tarihsel olay olduğu anlamına gelmiyor. Sadece akışın artık eski yönde olmayacağı anlamına geliyor.

Peki Mescidi Aksa olaylarıyla billurlaşan bu kırılma anı ne anlam ifade ediyor İslam dünyası için? Biraz onu açmaya çalışalım.

Bilindiği gibi Katar’a karşı Arap dörtlüsü S.Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın başlatmış olduğu abluka, büyük ölçüde Katar’ın İhvan ve Hamas’ı desteklemesi nedeniylydi. Sıralanan talep listesinde her ne kadar Hamas’ın adı Dahlan’la yapılan anlaşma nedeniyle bir başka bahara ertelenmişse de İhvan meselesi özellikle önemli görülmüştü. Ayrıca İran’la olan ilişkilerinden duyulan rahatsızlığın açıkça dile getirildiğini de unutmayalım.

S. Arabistan’ın başı çektiği bu dört ülkenin ablukayla ilgili taleplerine bakıldığında bunlar büyük ölçüde dış politikaya ilişkin olduğuna göre bölgede oluşturulmak istenen bir yapıdan ve yeni bir oluşumdan söz etmek mümkün. Bir başka ifadeyle ABD’nin yıllarca inşa etmek isteyip de bir türlü sonunu getiremediği Yeni Ortadoğu, BOP vs. projelerinin bir benzeriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünmeliyiz.

İstenilen, dikensiz gül bahçesi yaratmak. Amerikan yanlısı rejimlerin bölgeyi domine etmesinin önündeki en büyük engel, Filistin sorunu olarak görülüyor. Zira Filistin sorunu, gerek doğası itibarıyla gerekse meydana getirdiği sonuçlar bakımından Körfez şeyhliklerinin istediği dünyanın nitelikleriyle örtüşen bir yapıya sahip değil. Örneğin, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki uygulamaları, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin hayata geçirdiği politikalar ciddi sorunları beraberinde getirmekte, işgalin kalkmaması insanları huzursuz etmekte. Bu huzurluksuzlukların birikimi de başkaldırıyı beraberinde getirmektedir. Yaşanan çatışmaya çözüm üretemeyen küresel sistem, sert eleştirilerin hedefi olmaktadır. Bu nedenle de ABD ve AB’nin bölgedeki en stratejik müttefiki İsrail ile barışık bir yapının oluşturulması sürekli olarak sekteye uğramaktadır.

Bir ikincisi; Filistin meselesi, bir takım radikal yönetimler için cazip bir direniş odağı, kendisi üzerinden Batılı rejimleri tehdit edebileceği bir çekim merkezi haline gelmekte olup, bu durum da petro dolarları konformist bir yaşam tarzı oluşturmak için harcamak isteyen Körfez şeyhliklerinin lokmalarını kursağında bırakmaktadır. Halkların haklı taleplerinin radikal bir rejim değişikliğine dönüşmesi, Körfez şeyhliklerinin en büyük korkulu rüyasıdır.

Dolayısıyla BAE ve Suud gibi komprador yapılar, varlığını küresel sistemin hizmetine sunmaya adamış olan bu yönetimler, sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklık olarak gördükleri Filistin’i ve buradaki direniş odaklarını kurutmayı hedeflemektedir.

Öyle görünüyor ki dikensiz gül bahçesi tasavvuru Körfez’in Şeyhlik ve emirliklerinde yönetimleri domine etmiş durumda. Sahip oldukları petrol ve parasal zenginliğin politik alanda istedikleri gibi at koşturabilecekleri bir alan yaratacağı düşüncesine kendilerini fena halde kaptırmışlar. Bilmeliydiler ki finansal ve askeri güç, hiç bir zaman başarı ve zaferi getirmemiş sadece haklılığın arkasında yardımcı güç olması durumunda mevcut duruşu tahkim etmeye katkı sağlamıştır.

Yemen’deki savaş, tek başına paranın bir ülkenin finansal gücünün yönetimleri kendilerine bağlama ve bir vela bağı oluşturmaya yeterli olmayacağını göstermektedir. Bunun için başka şeyler gereklidir, o da konformizm batağına saplanmış ülkelerde bulunmamaktadır.

Mescidi Aksa açısından ‘Kırılma anı’ dediğimiz şeyse İslam dünyasındaki Arap isyanlarıyla birlikte ortaya çıkan iç savaş trendinin düşüşe zorlanması ya da baskılanmasıdır. Artık Arap ve İslam dünyasındaki halklar, otoriteden bağımsız yapılar, sivil kurumlar iç savaşların sonu gelmez bir bataklık ve kısır döngüden başka bir şey getirmediğini anladı. Buradan çıkışın ise ancak Filistin davasında kenetlenmekten geçtiğinin de farkında. İşte bu kırılma anı dediğimiz o an, birbirlerini boğazlayan Müslümanların bütün bu yaşananlardan kurtulma iradesinin ortaya çıktığı andır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Belki iç çatışmalar bir süre daha devam edebilir ama düşüş eğilimine girmiştir. Bunda IŞİD’in kalesi olan büyük kentleri kaybetmesinin, Suriye’deki silahlı grupların ciddi bir gerileme kaydetmesinin etkisi önemlidir. Görmezden gelinmemelidir. Yeniden 2006 Temmuzu’na dönme iradesini kendini açıkça göstermeye başlamıştır.

Bu yazı İslami Analiz web sitesinde yayınlanmıştır.

Share.

About Author

Comments are closed.