4 Şubat 2017 – Türkiye’de Demokrasi ve Adalet Arayışları Toplantısı

0

Adalet Zemini’nin Türkiye’de Demokrasi ve Adalet Arayışları konulu toplantısı 4 Şubat Cumartesi günü Taksim Hill Otel’de gerçekleştirildi. Toplantılar internetten canlı olarak yayınlandı. Anayasa, yönetim sistemleri, İslamiyet ve demokrasi, ekonomik kriz ve emekçiler, Kürt meseleleri konularında görüş ve öneriler sunuldu, salondan katkılar oldu, tartışmalar yapıldı. Farklı geleneklerden gelen insanların ortak tartışma platformu olan Adalet Zemini, ilkelerine uygun bir toplantı gerçekleştirmiş oldu. Toplantıya gerek salon katılımı gerek internet katılımı şeklinde yoğun ilgi olması, bu ihtiyacın geniş bir çevre tarafından da hissedildiğini göstermektedir.
Toplantıda açılış konuşmalarını Yıldız Önen moderasyonunda Hidayet Şefkatli Tuksal ve Ferhat Kentel yaptı. Konuşmalarda özetle şunlar belirtildi:
Ülkemizde kutuplaştırıcı bir ortam var. Ama bizler, iki keskin taraf arasındaki reddedici, dışlayıcı tavırlara itibar etmiyoruz. Farklı kesimlerden insanlar olarak kendi gerçekliklerimizi inkar etmeden birarada çalışıyoruz. Adalet Zemini, barış, demokrasi, adalet iklimi sunuyor. Birbirimizle kavga ederek değil, hayal kurarak yaşamak, iyi şeyler yaratmak istiyoruz.
Adalet Zemini olarak önemli bir tecrübe yaşıyoruz, birlikte bir dil inşa etmeye çalışıyoruz. Ülkemizin gidişatına etki etmek istiyoruz. Şimdi anayasa tartışmaları var, evet- hayır kutuplaşması içindeyiz. Halbuki böyle kutuplaşmadan da evet veya hayır diyebiliriz. Toplumda siyaset dışında da pek çok düzlem var, kültürel, yaşam tarzı vb. pek çok ortak alanlarımız var. Ayrışma, kutuplaşma anormaldir, normal olan farklı kimliklerin yaşamdaki ortaklığıdır. Belli ilkelerimiz olmalı, örneğin ahlak, vicdan, adalet gibi kavramları daha fazla ele almalıyız.
Siyasal krizden çıkma çabası ve demokrasi arayışları konulu ilk oturumda Fatma Akdokur’un moderasyonunda Alev Erkilet, Emre Bağce ve Hayri Kırbaşoğlu sunum yaptılar. Konuşmalarda özetle şunlar belirtildi:
Türkiye’de anayasa değişikliği gerekiyor. Kanuni Esasi’den beri halkın onayı ile bir anayasa yapılmadı. Bütün anayasalar, halkın çoğunluğunu kucaklamayan, halka rağmen devleti önceleyen anayasalar oldu. 2011 yılında başlayan yeni anayasa çalışmalarında kendi anayasanı kendin yap sloganı ile YAP (Yeni Anayasa Platformu) olarak pek çok ilde bir dizi halk toplantıları yaptık, katılımcı bir süreç izledik. Açık bir kalp ile karşımızdakine gittiğimizde gördük ki, kimsenin ötekisi yok, herkes devlet zulmünden yakınıyor, haksızlığa uğrayan diğer kesimler için taleplerde bulunuyor. Bu toplum kendisine fırsat verildiğinde özgürlükçü bir anayasa yapar, zulüm üretmemeye ahdetmiştir. Şu andaki anayasa değişiklik teklifi ise sorunları çözme yerine hastalıkları artırıcı mahiyettedir, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir.
Getirilmek istenen başkanlık sistemi konusunda toplumun çok az bilgisi var. Başkanlığı savunanlar bile aslında tasarıda ne olduğunun ya farkında değiller ya da çarpıtıyorlar. Parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi tartışmalarında meseleye öncelikle tarafsız bir gözle bakmak, dünyada durumun ne olduğunu ortaya çıkarmak gerekir. Genel olarak parlamenter sistemler başkanlık ve yarı başkanlığa göre daha iyi gelişmişlik değerlerine sahipler. Başkanlık veya yarı başkanlıkla yönetilen pek çok ülkede parlamenter sisteme doğru bir geçiş yaşanıyor. Finlandiya ve Kırgızistan parlamenter sisteme geçti, Polonya ve Moğolistan geçme aşamasında. Dünyada parlamenter sistemden başkanlığa geçmeye çalışan tek ülke Türkiye.
Dünyada istikrar konusunda parlamenter sistemle yönetilen ülkeler, başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen ülkelere göre çok daha iyi durumda. 100 civarında yoksul ülkenin 70’i başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilirken 25’i parlamenter sistemle yönetiliyor. Başkanlık sıfır toplamlı oyundur, kazanan hepsini alır, parlamenter sistemde ise azınlıkların hakları daha iyi korunur.
Olması gereken demokrasi, çoğulcu demokrasidir. Siyasal İslami hareketler demokrasiye inanıyor mu, sorusu önemli. Ben İslami gelenekten gelen birisisi olarak “evet demokrasiye inanıyorlar” diyemiyorum. Dünyada örnek bir İslami yönetim modeli yok, tüm modeller problemli. Hilafet kavramı dini değildir, siyasi ve tarihsel bir kavramdır, geride kalmıştır. Padişahlık sistemini önermek boş bir söylemdir. Bugünkü İslami hareketler neo Emevici’dir. Emevi düzeni gibi rant dağıtımına dayanmaktadır, Hz. Ömer Ömer b. Abdulaziz tarzı değildir.
Siyasal İslam dini araçsallaştırmaktadır. Dini cemaatler siyasete alet edilmekte, mezhepçilik yapılmaktadır. İlk İslam devletini Peygamberimiz Yahudilerle birlikte kurdu. İslam çoğulcudur, sadece Müslümanlardan oluşan bir ülke kurmaktan vaz geçmeliyiz. Türkiye solu İslam medeniyeti ile barışmalıdır, herkes teolojik olarak Müslüman olmak zorunda değil, ortak kültürel kodlarımız var. Evrensel ahlaki doğrular bir çoğulculuk ortak paydası olabilir. İslam’ın kendi orijinal ahlaki değerleri yoktur, mevcut evrensel değerlere yaslanır. Aliya İzzet Begoviç “Dini siyasete sokmayın, dinin ahlakını sokun” der. Bugünkü İslamcı iktidar ilkesizlik yapmakta, cahiliye adeti eşdeğerindeki Türk milliyetçiliğini icraatına almaktadır. Bu çok açık Kuran’a aykırıdır. Kendi dışındakileri düşmanlaştırmaktır.
Tartışmakta olduğumuz başkanlık sistemi, geçmişte tartıştığımız denge ve denetlemeleri olan demokratik bir başkanlık sistemi değil, tekçi bir sistem. Biz daha iyisini hak ediyoruz, yeni bir anayasa yapmalıyız. Geçmişte AKP ilk 4 maddeyi değiştirmeye bile sıcak bakıyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP-MHP koalisyonu kuruldu, anayasa bu koalisyonun ürünü. Evet de hayır da geçse mutabakat önemli, mutabakat için çaba göstermeliyiz. Adalet, özgürlük, barış için çaba göstermeliyiz. Çoğulcu İslamcılığı ayakları üzerine kaldırmalıyız.
İktisadi kriz ve adalet arayışları konulu ikinci oturumda Ümit Aktaş’ın moderasyonunda Alpkan Birelma, Cem Somel ve Sezai Temelli sunum yaptılar. Konuşmalarda özetle şunlar belirtildi:
Türkiye’de emek mücadelesi uzun bir süredir geri, bunun sebeplerini analiz etmek gerekir. Toplu sözleşmeden yani sendikal haklardan yararlanan işçi sayısı son 15 yılda yüzde 10’lardan yüzde 5’lere düştü. Grevlere katılan işçi sayısı bu dönem 10 bin düzeyinde kalıyor. Çünkü sermaye keskin yöntemlerle emek hareketini baskılıyor, bunu bütün dünyada yapıyor. Sendika üyesi işçi sayısı her geçen dönem oransal olarak azalıyor. İşçi ücretlerinin maliyetlerdeki payı yarı yarıya azaldı, ama işçileşme sürekli artıyor. Taşeron işçilerin sayısı her yıl artıyor, bu sistemi işçilerin birliğini bozuyor. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda sürekli geri gidiş yaşanıyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları artıyor, ölüm sayıları artıyor. Hükümetin sendikal alana müdahalesi artıyor.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen işçi kesiminde önemli direniş örnekleri de mevcut. Örneğin İstanbul Tıp Fakültesinde çalışan taşeron işçiler, Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası, TÜMTİS’in örgütlenme çabaları, Adalet Arayan Aileler Hareketi gibi faaliyetler sürüyor. Bütün bu örnekler gösteriyor ki, emekçiler mücadele etmeye devam ediyor.
Kapitalizm gelir adaletsizliği sonucu, sürekli talep yetersizliği krizleri ortaya çıkarır. 2008 krizinin bu kadar etkili olmasının sebebi, gelir dağılımının 1980’lerden itibaren bozulmaya başlamış olmasıdır. Türkiye’de emek gücünün satın alma gücü artırılırsa tüketim artar. Bunun için asgari ücret kaldıracı kullanılabilir. İkinci olarak vergi gelirleri içinde dolaylı vergi (KDV, ÖTV) payı azaltılıp, dolaysız (servet ve gelir) vergilerin payı artırılabilir. Bütçe dengesini bozmadan kamu harcamalarını artırmak emekçilerin durumunu düzeltebilir. Dış açığı azaltmak için ithalatı kontrol altına almak, gümrük birliğinden çıkmak, gümrük vergileri ile kontrolü sağlamak gerekir. Ayrıca sıcak para girişini kontrol etmek, ticaretle ilgisi olmayan para girişini engellemek gerekir.
Kapitalizmde eşitsizlikler yeniden üretiliyor. Bizler eşitsizliğin nasıl yeniden üretildiğini değil, nasıl ortadan kaldırılacağını tartışmalıyız. 2001 krizi sonrası AKP neoliberal politikaları uygulamak için iktidar oldu. Yapılan düzenlemeler sonucu Türkiye’ye önemli fon akışı sağlandı. AKP 2002-2007 arasında Türkiye’ye gelen fonlarla 2008-2017 arasındaki yürüyüşünü gerçekleştirdi. AKP 2008 krizi sonrası elindeki parasal imkanlar azaldıkça, daha fazla baskı ve şiddeti gündeme getirdi.
Türkiye ekonomisinin en önemli sektörleri, Tarım, İnşaat ve Turizm sektörleri ucuz Kürt işçilerinin sırtından para kazanıyor. En yoksulların bölgeleri ile Kürdistan haritası örtüşür. Teşvik bölgelerinin haritaları bunu birebir gösterir. Kürt sorununun çözümü hem demokrasi meselesidir, hem de eşitsizliklerin giderilmesidir, yani anti kapitalist bir mücadeledir. Adalet arayışı peşinde isek krizi savuşturmak için mevcut sisteme karşı politik bir mücadele içinde olmalıyız.
Türkiye’de en çok sömürülen işçiler göçmen işçiler, yarı ücretle çalıştırılıyorlar. İktisadi krizi aşmak için hükümet bazı ürünlerde KDV’leri indiriyor veya sıfırlıyor, bunun kamu maliyesine olumsuz etkileri olacak. OHAL sürecinde Eğitim sen başarılı bir performans gösterdi, öğretmenlere sahip çıktı. İşçi örgütleri, sendikalar, işçi partileri çok parçalanmış durumda. En azından dayanışmanın geliştirilmesi gerekir.
Akamete uğrayan çözüm süreci ve barış arayışları konulu son oturumda Yıldız Önen moderasyonunda Ö.Faruk Gergerlioğlu ve Ufuk Uras sunum yaptılar. Konuşmalarda özetle şunlar belirtildi:
Barış için konuşmaya hemen başlamazsak daha fazla insan ölür. Barışın nimetlerini insanlara anlatmamız gerekir. Ortak dinleme çalıştayları yapmalıyız. Farklı kesimlerden insanlar bu çalıştaylarda kendilerini özgürce ifade etmeliler. Çözüm süreci sırasında halkın desteği yüzde 65 idi. Bugün doğuda çözüme destek eskiden olduğu gibi yine yüzde 95, batıda ise eskiden yüzde 60 olan destek, yüzde 25’e düşmüş durumda. Bu anket sonuçları gösteriyor ki, Kürtler onca acıya rağmen büyük bir intikam, kin ve nefret duymuyorlar.
Uluslara arası literatüre göre çatışma bölgelerinde müzakere için en doğru zaman çatışmanın en yoğun olduğu zamandır. Barış gücü oluşturalım. Devletten sadaka ister gibi barış istemeyelim, barış beklemeyelim. Harekete geçelim, referandum sürecindeyiz, barışı unutmayalım. Bir milyon kişilik barış gücü oluşturabiliriz. Sorunun çözümü için atılması gereken önemli bir adım PKK’nın çatışmayı durdurmasıdır. Bizler Sait Şanlı gibi barış elçileri oluşturmalıyız. Özellikle Türk tarafında asker anneleri savaşa karşı çıkmalıdır. Barış elçileri olarak topluma Kürt meselesini anlatmalıyız.
Referandum ve barış konusu iç içe geçmiş konulardır. Erdoğan niçin başkanlık konusunda adım atıyor. Asıl sorun Kürt meselesi. HDP yüzde 10 barajını aştı, halende o seviyede. Devlet aklı bu sorunu başkanlıkla aşmaya karar verdi. Hem El Bab’daki sıkıntılar hem de Irak’taki sıkıntılar Erdoğan’ı korkutuyor. Şimdiye kadar yapılan 18 anayasa değişikliğini destekledik, ama bu son gelen teklif gerçek bir anayasa değişikliği değil. Anayasanın ilk 4 maddesi de tartışılabilmeli. Kemalizm’e sahip çıkıp İttihatçılığı reddetmek kolay değil. Barış olursa parçalanırız argümanı yanlış. Tek adam iyidir diyenlere firavunları hatırlatmak gerekir. Demokrasi ve barış kavramları önemli.
Barış süreci PKK ve hükümetin Suriye politikaları nedeniyle çöktü. Tekrar başlaması da Suriye’deki gelişmelerden sonra olabilecek. Şimdi Suriye’den asker cenazeleri geliyor, bunlara kaşı çıkmalıyız. Silahlı aktörlerle silah bırakma dışında, tüm sürecin sorunlarını tartışmak hatalı. Bu tip tartışmalar şeffaf bir şekilde sivil kanatla yapılmalı. Salt siyasi aktörler değil tüm toplum barış sürecine katılmalı. Güneydoğu’da halk çatışmalardan çok etkilendiği için barış sürecinden yana, batıda yaşayan halk ise çatışmalardan daha az etkilendiği için ilgisiz veya devlet destekçisi. Devlet 100 yıldır Kürtleri yok saydı, toplum yanlış yönlendirildi, toplum vicdansız değildir, bilgi problemi var. Böyle devam ederse kin, nefret, öfke büyür. Bizler barış gücü oluşturmalıyız.

Share.

About Author

Comments are closed.